20 Mart 2012 Salı 1 yorum

Mendilci Çocuk




Bir sonbahar günü kalbimde bir güz havası vardı. Kayseri  Meydanında kalabalığın içinde yanlız olmak istiyordum. Şehrin en kalabalık yerinde bir banka oturdum. Önümden geçenlerin kalabalıgın aksine yapayanlızdım. Sağımda şehire ayrı bir manevi hava veren 15.yy dan bir evliya türbesi sizi ayrı bir dünyaya sürüklüyordu. İhtişamı ile göğe yükselen kubbesi ve içindeki sanduka ile gönüllere ayrı bir huzur veriyordu. Solumda kim bilir kaç badire atlaşmış, kaç savaş görmüş bir ok burcu vardı. Diger yanda da geçen tranvay ile Avrupa kentlerine meydan okuyordu. Tarihin izleri ile modernliği harmanlamış bu kent benimde gönlümde ayrı bir yere sahipti. Karşıda da bir alt geçit vardı. Alt geçitin yürüyen merdiveninde çıkan ve inen insanlar ile dolu. Aksine merdivenler ise bomboş. Hayatta insanlar yeni şeylere ne kadar çabuk alışıyor. Eskiyi ne kadar çabuk terk ediyor. Ama bir o kadar da eskiden kopamıyor. Çünkü ilk hayal kırıklıklarında hemen eskiye dönüş yapıyor. Tıpkı karşı tarafta iinsanların yürüyen merdivenin bozulduğundan dolayı  merdivenleri kullanması gibi.
Hayatın getirdikleri ve götürdükleri arasında kaybolup gidiyordum. Kırmızı elbiseli bir kadının sesi ile düşüncelerim bir anda dağılıverdi. Biraz yüksek bir sesle hayır nidasını duyunca dikkatimi çekti. Orada bir erkek çocuğu gördüm. Onüç ondört yaşlarındaydı. Üstünde gömlek ile pantolan vardı ve bir de dirsek kısımından yamanmış bir ceket. Eski lacivert çeket bir zamanlar benimde giydiğim okul ceketiydi. Gömlegi gri miydi yoksa yıkayacak kisesi mı yoktu acaba. Ama ayakkabılarına bakınca hali anlaşılıyordu. O hayatın yükünü çekerken ayakkabıları da onun yükünü çekmekten harap olmuştu. Uçu yırtıktı ve birazda büyüktü ayağına. Hayatta o çocuga acaba o kadar ağır mı geliyordu. Hayatın yükünü küçücük omuzlarında taşıyan o minik elli, çakmak gözlü çocuğa ne kadar yük yüklüyordu kim bilir. Ama ayakkabısının büyüklüğü gibi onun kalbi de hayat için biraz büyük olduğu belliydi. Sıkılgan bakan gözleriyle, titremekli ve kibar bir ses tonu ile uzatıyordu elindeki mendilleri  “Mendil alır mısınız?” diye. Adeta yalvarırcasına satmaya çalışıyordu. Önünden geçen insanlar yüzüne bile bakmıyordu. O ise sadece onlara uzatıyordu ve sesleniyordu. Oturduğum banktan dakikalarca izledim o çocuğu. Ses tonunda bir mendil bile satamamanın verdigi o eziyet belliyd. Daha fazla dayanamadım ve Mendilci çocuk diye yanıma çağırdım. Oturtum yanıma önce.
-Kaç paraya satıyorsun mendilleri? Diye sordum.
- Ne verirlerse abi. Diye genel bir cevap verdi. 
- Ne kadar veriyorlar genelde?
- Bozuk para veriyorlar abi.
- Sen napıyorsun kazandığın parayı?
- Okul harçlığımı çıkarıyorum. Anneme veriyorum. Oda bana okula giderken harçlık veriyor.
- Ne kadar harçlık alıyorsun günlük?
- Haftalık 5tl alıyorum abi.
- Eee sen 1 günde kazanırsın o parayı ama. Bir de haftaiçi de çalışıyorsun. Hafta sonlarını da sayarsak.
- Biliyorum abi de annemde evin ihtiyaçlarını da alıyor ondan.
- Tamam o zaman. Baban ne iş yapıyor? Diye sordum. Ama içim acıyordu. Ben babamı kaybettiğimde yaklaşık o yaşlardaydım ve bana sorduklarnda hep başım öne eğilirdi. Kısık bir ses tonu ile öldü derken o acıyı tekrar tekrar yaşardım içimde. Dua ediyordum böyle bir durum ile karşılaşmamak için. Ama korktuğum gibi o cevap geldi:
- Öldü.
Ne bende muhabbet edecek heves kaldı ne de çocukta yüzüme bakacak güç. Her hali ile edepli bir çocuktu. Benin kadar şanslı durmuyordu ama o acı ikimizde de ortaktı. Hem ortamı yumuşatmak hemde çocugun gönlünü yapmak için kendimden bahsettim. Babamın öldüğünde onun yaşlarında olduğumu söyledim. Ve hiç kimseye anlatmadığım, yazmaya dahi ceserat edemiyeceğim anılarımı yabancı ama bir o kadar benden olan çocuğa anlatma ihtiyacı hissettim. Doktor olma isteğimin oluştuğu anı anlattım. Ve bu sebepten de şimdi Tıp okuduğumdan bahsettim. Çok konuştuğumun da farkına varıp “Sen ne olmak istiyorsun?” diye sözü ona verdim.
-Belediye başkanı olmak istiyorum.
- Neden belediye başkanı olmak istiyorsun.
- Seninle aynı nedenden dolayı abi.
- Nasıl yani? Başkan olmak ile bağlantısı nedir?
- Baban bir gün beni de yanına alıp beraber şuradaki belediyeye gitmiştik. Belediye başkanı ile görüşmek için. Babamın işi yoktu o aralar. İş istemeye gitmişti oraya. Belediye başkanı ile görüşemedik ama oradaki adam babama ne iş yaparsın diye sordu. Babam kaynakçıydı. O amca babama bir adres verdi ve buraya git seni işe alırlar buradan geldiğini söyle dedi. Babamda o sayede iş buldu. Sigortasını yaptılar. Sağolsunlar şimdi onlar sayesinde annem de maaş alıyor. Belediye başkanının yanındaki adamlar bu kadar iyiyse düşünsene belediye başkanı ne kadar da çok iyidir. Bende belediye başkanı olup insanlara yardım etmek istiyorum.
O anda karar verdiği belliydi ufak çocuğun. Ama o küçük çocuğun kocaman yüreğinden çıkan bu sözler beni çok etkilemişti. Gözlerinin içindeki o parıltı ayandı.
- Onunda bir doktor olduğunu biliyormusun? O zaman sende bir doktor, mühendis veya avukat ol. Sonrada belediye başkanı olursun.
- O zaman bende avukat olup sonra belediye başkanı olurum.
- Şimdi oldu o zaman.
Elimi cebime attım ve tüm paramı çıkardım. Kendime yetecek olanı aldım ve kalanını uzatarak
-Ver bir mendil o zaman.
- Ama o çok para abi.
- Eee ne verirlerse demedin mi sen. Al bu kadar veriyorum.
- Teşekkürler abi.
 Dedi ve yanımdan kalktı. Uzaklaşırken yanımdan küçücük elindeki o parayı cebine götürdü. Eline tekrar mendillerini aldı ve insanların aldırmaz bakışları arasına yol aldı. Kimsenin farketmediği kocaman yüreğini, onurunuda yanına alarak uzaklaştı.
Tüm sıkıntım gitmişti bir anda. Hayatın getirdiklerini ve götürdüklerini düşünürken yaptığımız ufak bir sohbet kendime getirmişti beni. Tekrar kim olduğumu, hayatın ne anlama geldiğini hatırladım. Her insanın bir hayali, bir hedefi vardır. Bunları ya bir başlarına gelen bir olaydan yada tanıdıkları bir kişiden esinlenerek kurarlar. Küçük veya büyük birer hedef belirlerler. Ama her insanın hayalinde bir tek şey vardır. Aynı o Mendilci Çocukta olduğu gibi insan olabilmek…
Dr. Onur TATAR
 
; Sayfa Başına Dön