30 Mayıs 2015 Cumartesi 0 yorum
Sokağın karanlığında hüznün zehrini yutkunuyorum 
Korkunun coşkusu dışımda 
Dumanın bin türlüsü 
En çok daire olanını seviyorum 
Her bir taşını yolların 
Sertliklerine bakma ki ayağın altını öpüyor onlar 
Ben ilerledikçe dünya siyah bir tarlaya dönüşüyor 
Evler ekiyorum ardımdan derken 
En yıllanmışı köhne gönlüm gibi bitiyor karşımda 
Gözleri kapalı ağzı açık beni bekliyor davetkar bir duruşla 
Gövdesinin yarısı dışarıda kediyi ırgalamıyor 
Girmiyorum içeri 
Bu uğursuz, bu sırdaş bildiğim yolu uzatıyorum 
Tozu dumanı çoğaltıyorum 
Sana anlatacaklarım da var anlatamayacaklarım da
Ama emin değilim bu kelepir evin 
Bu uykulu devin etrafında kaç defa dönmem gerek 
Hesabın içinden çıkamıyorum 
Kedi kadar şanslı değilim 
Dökmeye kalksam içimi sözlerim tükenene dek 
Ellerim üşür karnım acıkır 
O yüzden susuyorum suskunun dilinden anlar mısınız...


0 yorum
Birkaç yağmur damlasının 
o tanrıları bile kıskandıracak kadar güzel olan yüzüne 
temas etiğini hayal ediyorum şimdi de. 
Bir damla, 
Bir damla daha, 
Bir kez daha, 

Ve sen hiç istifini bozmuyorsun. 
Gülümsediğini düşlüyorum yağmura.
İçindeki karanlığı temizlediğini hayal ediyorsun sende,
o yüzden izin veriyorsun yüzüne dokunmalarına.
Temiz damlalar arasından,kirli insanlara bakıyorsun 
ve bir kez daha iğreniyorsun hepsinden.
Bir bank buluyorsun,
yağmur dininceye kadar orada oturuyorsun. 
Bir sigara, 
Bir sigara daha, 
Bir kez daha, 

Ve yağmur diniyor.
Gökyüzüne bakıyorsun,
belli belirsiz bir tebessüm ile. 
Sonra kayboluyorsun karanlıkta. 
Bense oturmuş,
kilometrelerce uzaktan yağmur damlalarına imrenerek seni izliyorum. 
Kahretsin, 
Biten yağmur, 
Biten sigara, 
Karanlıklarda kaybolan sen.



29 Mayıs 2015 Cuma 0 yorum
Bize edep öğrettiler. 
Sevdiğinin gözüne bakmaya utanmayı... 
Ben de onun yüzüne bakmaya utanırdım. 
Keşke yere değil de 
Yüzüne baksaydım biraz. 
Edepsizlik yapsaydım
O güzel yüzüne hasretim şimdi
Ama sesi ise hala kulaklarımda..

22 Mayıs 2015 Cuma 0 yorum
Yüreğin kirlenmesin çocuk 
karanlıkla , 
ay yıkasın ışığıyla 
seni, 
Mutluluk ipinde yürü hayatın,
umursamadan 
korkularını,


0 yorum
Belki de konuşuyordur gözlerin 
Ama ben gözce bilmiyorum ki; 
Sessizce biliyorum 
Usulca biliyorum 
Masumca biliyorum…


0 yorum
Eve hoş bir koku siner diye düşünür, kömür sobasının üzerine mandalina kabukları dizerdi annem. Öncesinde akşam yemeği. Çorba, mercimek ve soğanlı akşam yemeğimizi dizlerimizin üstüne oturur yer sofrasında yerdik. Annem tenbihlerdi, örtüyü dizlerinizin üzerine çekin ki, ekmek kırıntıları dökülmesin. Eh sabahları zeytin peynir ve illaki salçalı ekmek çaylı kahvaltı sonrası pek tabi acıkmış olurduk. Her sabah salam sucuk yiyemedik ondan dolayı salçalı ekmeği sevmiştim. Pazar sabahları sucuklu yumurta, benim için bayram demekti. Gerçi söz dinlerdim. Yer sofralı yemek vakitlerimizde Trt2'de Marianna adında bir Brezilya dizisi oynardı. Annem her bölümünü takip ediyordu. Ben de izlerdim Beto'ya sinir olurdum, Marianna'yı üzüyor bir de annemi ağlatıyor diye. O günler sabah erkenden güç bela anca hazırlanır, önlüğümü giyer okul yolunu tutardım. Annem koca gün temizlik, yemek, bulaşık, bakkal, manav, pazar alışverişi, çamaşırlar, faturalar derken bizden fazla yorulur, ben okuldan geldiğimde tatlı bir tebessümle beni karşılayıp yarım bıraktığı işlerine kaldığı yerden devam ederdi. 
Benim o yıllardaki işim, kendimi sokağa atıp çılgınca yorulmaktı. Yorulup eve döndüğümde, bir leğen içinde annem beni yıkar ve pijamalarımı giydirirdi. Akşam güzel bir film kollardım, erken yatmamak için “hadi nolurrr baba, anne daha uykum yok yaaa” diye diye annemle babamı ikna eder, televizyon karşısına kurulurdum. Kah Geleceğe Dönüş, kah Karate Kid oynardı beyaz camda. Bir geçmişim olmamasına rağmen, zamana yolculuk eden Dolorain'e atlayıp yolculuk yapmanın hayalini kurardım. Bazen akşamki filmden gördüğüm karate hareketlerini sokaktaki arkadaşlarımın üzerinde denerdim. 
Kitapları da çok severdim. Kimi zaman Don Kişot olur, yel değirmenleriyle savaşırdım, kimi zaman Küçük Prens'tim, kimi günler Şeker Portakalı'ndan Zeze. Bazı zamanlar, Tom Sawyer, Oliver Twist. Çizgi romanlara da meraklıydım. Ten-ten, Red Kit, Zagor en çok sevdiklerimdi. Çizgi film saatim kimse bana dokunmazdı. Sırasıyla Voltron, He-Man, Şirinler ve Huckleberry Finn'i izlerdim. 
Derslerime hiç çalışmadan bütün yazılılardan iyi notlar alır ve yaz tatili için mutlaka bisiklet isterdim anne ve babamdan. Onlar tamam alırız gibisinden bir takım kelimeleri ağızlarında yuvarlarlar ancak yaz geldiğinde nedense bisikletim hiç olmazdı. Hiçbir zaman da olmadı. Rivayet, ana caddede ben yaşlarında bir kız çocuğunu bisikletiyle dozer ezmiş ve bu yüzden almamışlar. 
Misafirlerimiz çok olurdu ve çok sık bizi ziyaret ederlerdi. Temiz kıyafetler giydirirdi annem bana, konuklar gelmeden önce, evde et pişer, pilavı, salatası, tatlısı, kolası ziyafet hazırlanırdı. Ben en çok misafirlerin geldiği akşamlar doyardım. Bazı günler, anneme bu akşam misafir gelecek mi diye sorduğum olmuştur. 
Sokakta koşarken düştüğümde anneeeee diye ağlar, benden bir kaç yaş büyük çocuklar yolda önümü kesip beni dövdüklerinde dayağı yer, annne diye feryat eder ve çocuklara sizi anneme şikayet edicem diyerek meydan okurdum, yediğim dayağın üstüne. Okul başka bir dünyaydı, ama hayat sokaklardı. Okul ertesi akşama kadar sokaktan içeri girmezdim ve illaki sürekli yara bere içinde eve dönerdim. Yaz ayları yara berelerimi babam görürse kızar diye ve saklamam için annem şort giymeme müsaade etmez, pijamalarımı giydirirdi, sinir olurdum. 
Günler çok kısa, geceler çok uzundu o yıllar. Abim ile çatıda güvercin uçurur, sokağın sonundaki toprak sahada sokaktan arkadaşlarımla arka sokağın çocuklarıyla akşama dek koştururduk. Pazar sabahları kovboy filmleri izlerdik babamla. Annemle salı günleri okul çıkışımdan sonra pazara gider ve elime taşımam için sebze dolu bir poşet verdiğinde, kendimi gururlu hissederdim, yardımcı oluyorum ev işine diye. İlkokul zamanları okumayı ilk ben sökmüş, kırmızı kurdele aldığım gün, babam keyifle aferin akıllı oğlum diyerek o akşam rakı almıştı. Babam keyifle rakı kadehinden yudumlanırken ben yanında elma mandalinalı kokteyl tabağına uzanıyor, en çok elma dilimlerini sevdiğim için, elmalara abanıyordum.  
Haziran ayıydı hiç unutmuyorum, kaldırımda yürürken önümdeki elektrik direğine bodoslama çarpmış ve başımı yarmıştım. Başım yarıldığı gün, annem bayılmıştı. Kanlar kafamdan şakaklarıma oradan yanaklarıma süzülürken gördüğünde beni. Doktora gittik, kafama dikiş 7-8 dikiş atıldı. Beyaz bir kurdele kafamda doktordan çıktık. Dikişler alınana kadar okula gitmemiştim. 
Hayatı, hiç bitmeyecek sandığım günlerdi o günler. Kaybolan yıllar. Çok sonra Sezen Aksu'yu keşfettim ilk gençliğimdi sanırım.. Bir şarkısında diyordu ki; 
"Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler, 
şimdi bana yeniden bir ömür vadetseler, 
tek bir söz söylemeye bile hakkım yok.” 
Hakkım yoktu, zira çocukluk denilen o rüya ile masal arası vakitler çoktan, bitmişti. Bir daha hiçbir zaman geri dönmeyecek olan günlerdi hafızamda. 


0 yorum
Çocukken içim sıkıldığında gözlerimi kapatır,
kuşlarla uçtuğumu düşünürdüm. 
Bulutlarda süzülüp,
kanat çırptıkça giderdi o korkum, 
sıkıntım çocuk aklımdan. 

Kuşlar diyorum, ne güzel varlıklar… 

“Bir çocuk demiş..”


20 Mayıs 2015 Çarşamba 0 yorum
güzel yurtlarımız vardı… 
ve güzel kanatlı atlarımız… 
güzel şarkılarımız vardı… 
ve sonsuz düşlerimiz...


0 yorum
Bu gün yirmibir mayıs
Gemiler geçiyor gözlerimden
O gemiler ki halkımı sürgüne taşıyor.
O gemiler ki rıhtımlara yanaşıyor,
Tıka basa insan,tepeleme can yükleyerek
Bir azgın denizi aşıyor.

Bu gün yirmibir mayıs
Gemiler geçiyor gözlerimden
O gemiler ki güvertelerinde çocuklar üşüyor.
O gemiler ki ölüme açılmış yelkenleri
Can çekildiğinde bedenden
Denize atıyorlar ölenleri.

Bu gün yirmibir mayıs.
Geleceğimden sürüldüğüm,
Gurbete düşürüldüğüm gün bu gün.
Esarete ilk adımı atışım,
Son günüdür yurdumu görüşümün.
Bu gün yirmibir mayıs.
İki kıyıyı ve ortasındaki denizi mezar eylediğim gün.

Bu gün,
Yüz ellinci yılıdır sürülmüşlüğümün.
Bu gün yirmibir mayıs.
Karadeniz kıyısında bir çocuğum.
Cesetlerle dolu her yer,
Sağlar,ölülerden beter…
Annemi arıyorum yarı canlı bedenler arasında.
Kim bilir belki denizin dibinde şu an
Belki gidenler arasında.

Bu gün yirmi bir mayıs
Gemiler geçiyor gözlerimden.
Ve ben sana sesleniyorum.
Tut elimi vatan!
Sürgün evladınım ben senin.
Çocuğunun çocuğuyum belki de, yüz elli önce sürülenin.

Bu gün yirmi bir mayıs
Gemiler geçiyor gözlerimden
Her yıl bu kıyılara gelir, bu gemilere bakarım ben.
İki damla göz yaşına dönüşür tüm varlığım
Sessizce Karadeniz'e akarım ben.


0 yorum

21 MAYIS 1864

21 MAYIS 1864 BÜYÜK ÇERKES SÜRGÜN VE SOYKIRIMI… 
SOYKIRIMI, YAPANLAR VE TANIKLAR ANLATSIN 

Bakın hangi sözlerle anlatmışlar…

Rus General Tsitsianov(1804): “Kanım kazandaymış gibi kaynıyor, asilerin kanıyla Kafkasya topraklarını sulamak arzusuyla bütün organlarım sarsılıyor…”

Grandük Michael (1864): “Dağlı Çerkeslerin en az yarısını yok etmek zorundaydık.”

Prens Baryatinski (Çar Naibi): “Karadeniz’in kıyılarını bir Rus denizi ve toprağı hâline getirmek için dağlıları kıyıdan temizlemeliydik.”

General Yermolov: “Asker olsun sivil olsun, öldürülen her Rus için suçlu olup olmadıklarına bakılmaksızın 20 Kafkasyalı öldürülecektir.”

Rus Tarihçi Sulujiyen: “Kanlı savaşta çoğu anneler bize vermemek için kendi çocuklarını öldürüyorlardı…”

Rus Araştırmacı A.P.Berje: “Genç bir Çerkes kadını, henüz defnedilmemiş toprağın üzerinde upuzun yatıyor. Yanında iki küçük yavrusu var. Bu iki yavrudan biri son nefesini vermek üzere ecelle pençeleşiyor. Öteki de soğuyup katılaşmış annesinin memelerinden açlığını gidermenin bir yolunu aramaya çalışıyor.”

Dekabrist (Rus Devrımci) Lorer: “Dağdaki karargâhta General Grigory Zass’ın davetlisiydik. Yakında özel olarak yapılmış küçük bir tepenin üzerine, mızraklara geçirilmiş, sakalları rüzgârda uçuşan Çerkes kafaları dizmişti. Bu iğrenç tabloyu seyretmek üzüntü vericiydi… Zass, davetlisi bir hanımın ricası üzerine düşman kafalarını kaldırmayı kabul etti. ‘Onları neden burada tutuyorsunuz?’ diye sordum. Bana, kaynatıp temizlettiğini ve anatomi çalışmaları için Berlin’deki profesör dostlarına gönderdiğini açıkladı.”

Harb ve Sulh romanının yazarı Kont Lev Tolstoy: “Gece karanlığının örtüsü altında Rus askerlerinin, ikişer üçer evlere girmesini izleyen dehşet sahneleri öylesineydi ki, bunları hiçbir rapor görevlisi aktarmaya cesaret edemezdi…”

Prens Mihail'in Yevdokimov'a mektubu (1863): “Ümit ediyorum ki yakında bütün Batı Kafkasya'yı imparatorun ayakları dibine sereceğiz.”

Fransız Gazeteci A. Fonvill: “600 kişiyle çıkan gemilerden ancak 300’ü sağ çıkabiliyordu.”


11 Mayıs 2015 Pazartesi 0 yorum
Sonbaharın gölgesi gibi
Silik...
Nurullah Ataç'ın cümleleri gibi
Devrik...
Tek başına duran ağaç gibi
Yalnız...
                                         

0 yorum
Hiç bir söz gidişin “Kalamam demek” 
Kadar vurmamıştı beni 

Ve
 Titretmemişti, hiç bir ses 
“Acılarımı harabeler sardı” deyişin kadar…


0 yorum
masallar köy çocukları içindir. 
anneleri masal anlatmaz çünkü. 
kapı önlerinde koca kazanlarla yemek pişirirler. 
karın doyurma pahasına geçer ömürleri. 
hem sütü laktozsuz içsen ne içmesen ne? 
sütten kesilen bir çocuk değilsin ya. 
bazen bir bilet hayatını altüst eder. 
yalnızlığım bir bilet parasıydı zaten. 
sonra da diyorlar içine konuşuyorsun. 
yok ya diyorum. 
o kadar kolay değil. 
hem siz yoktunuz ki. 
bugün aynı masada oturuyor olmamız 
yarın da burada olacağınız anlamına gelmez. 
sevgilinin yakın arkadaşının sevgilisi yakın arkadaşınsa 
bu devrik cümlede arkadaşlığımıza ağlıyorum. 
erciyes'den atmak bir arkadaşı, 
yakışık alır bir şey olmasaydı yapmazdın sanıyorum hâlâ. 
suçlamıyorum. 
bir an anlayacak gibi bakman anlamış gibi göstermez seni zaten. 
hem anlaşılmak ikiye ayrılır. 
yanlış anlaşılmak ve hiç anlaşıl(ma)mak. 
ikincisi daha münasiptir. 
hem elin adamını rüyanda görsen ne görmesen ne? 
bunun faturası çalışmadığın yazılılara kesilecek ne de olsa. 
hafta sonu okul için ne yaptın desen beş vakit namazımdaydım derim. 
ayrıca. 
bir kez sofradan kalktım. 
iki kez gönül kırdım. 
sekiz kez ocağı yaktım. 
yere yattım. 
annem kızdı. 
babama baktım. 
yemeğe tuz atmadım.
hem ben iki buçuk ay tuz kullanmayarak bir deney yaptım. 
ama göz yaşlarımdaki tuzu bugün tattım. 
tuzu bırakarak göz yaşındaki tuz oranını azaltmak epey işsizlikti anlaşılan. 
ellerimi üst rafa kadar uzattım. 
yine bir atak. 
iyice afalladım. 
gecikince namaz, 
kaderime patladım. 
kızın biri cümleleyerek öldürüyordu kendini. 
ben de kendime bir iş bulmalıydım. 
bir çocuk uzaya zıplıyordu. 
neyse ki yer çekimi hâlâ yerindeydi. 
hadi hayırlısı gibi. 
demeye çalıştığım şey şu. 
biletimi artık kendim dolduruyorsam 
artık babama nazım geçmiyor demektir. 
ama yaşım daha on yedi. 
bitmedi. 
bitmedi. 
hiçbir şey bitmedi. 
vakit ikindi. 
bekledim. 
bekledim. 
yalnızca kerahat girdi.


0 yorum
Fesleğenleri geç…
Papatyaların yolunu izle.
Papatya yolunun sonunda küçücük bir kulübe göreceksin.
Dışarıda iki tane sandalye…
Hani şu Amerikan filmlerindeki sallanan sandalyelerden…
Pencerelerde yine fesleğen ve kırmızı laleler…
Kapısı açıktır her zaman.
Buralarda hırsız olmaz.
Çünkü kimsenin fazladan fesleğen ve papatyaya ihtiyacı yoktur.
Gir gir…
İçeride halım yok ama kaynayan bir çaydanlığım var.
Merak etme ben alt üst ettim,
bırak demlensin o.
Sen önündeki merdivenleri çıkmaya bak.
Gıcırdarlar biraz.
Anıları çoktur çünkü.
Konuşur bir ağaç parçası ölse bile,
bilirsin.
Merdivenlerin solunda bir kapı var.
Gördüğün gibi o da açık.
Sana hep açık…
Gir odaya çekinme.
Güneş odaya giriyordur şimdilerde, tül perdelerden süzülüp.
Oda aydınlıktır,
yatağım düzgün ve temiz.
Üstünde de pembe bir çiçek olması lazım.
Sen gelene kadar solmamıştır.
Öyle tembihledim…
İyi anlaşırım çiçeklerle;
insanlardan daha çok, bilirsin.
O kadar yoldan geldin.
Yorulmuşsundur.
Uzan sen.
Ben çayları doldurup geliyorum.
Ben gelene kadar çiçek kokuları tatlı bir uykuya daldırırsa seni,
çayları içip seni izlerim.
Ciğerlerimde papatya ve fesleğen kokusu gözlerimde sen.
Daha ne isterim ki ben!


0 yorum
İnsanlar vardır; 
Gelip geçerler hayatlarımızdan … 
Kimi depremlerle gider, kimi fırtınalarla… 
Ben kalanlardan yanayım… 
Gitmeyenlerin sadakatini ve sabrını severim, 
Sarılıp bırakmayanların sıcaklığını… 

Şems-i Tebrizi






0 yorum
İnsana en çok şiir yakışıyor, 
sonra yeryüzüne yağmur, 
Gökyüzüne mavi…


0 yorum
Yürekleri daracık bazılarının...
Ne sevgi sığıyor içine, 
Ne de insanlık..!
Gündemde eksik olmayan, 
Tüm olumsuzluklara karşı...
-Ne güzel insan olabilmek, 
Naif olabilmek, 
İnsan kalabilmek..!
Vefayı gördünüz değil mi?



4 Mayıs 2015 Pazartesi 0 yorum
Haydi her şeyi anlat bana
Tüm hayat hikayeni
Korkularını
Endişelerini
Sahip olduğun ilk oyuncağı
Çocukluk anılarını
On yıl sonra kendini nerede gördüğünü
En sevdiğin rengi söyle
Sırlarını
Neye inandığını
Neye inanmadığını
En sevdiğin restoranı
Anlat hadi bana
Başkalarına anlatmaktan korktuğun
Yargılanmaktan çekindiğin
Her şeyi anlat
Dinliyorum seni
Her zaman da dinleyeceğim
Yalnız olmadığını ve
Hiçbir zaman da olmayacağını bil...



0 yorum
Adam sordu yüreğini paramparça yapan kadına: 
Ya umut? 
Kadın adama baktı.
Çantasından sigarasını çıkartıp, çakmağıyla yaktı.
Bir kaç duman çektikden sonra ekledi:
"Ezberim de olmayan bir şiirdiniz siz bayım. 
Ben sizi unutalı çok oldu..." diyerek 
adamı kendi cehennemine terk etti.


0 yorum

Küçük Prens

Büyükler sayılardan hoşlanır. 
Onlara yeni bir dostunuzdan söz açtınız mı, hiçbir zaman size önemli şeyler sormazlar. 
Hiçbir zaman: ” Sesi nasıl? Hangi oyunu sever? Kelebek toplar mı?” diye sormazlar. 
“Kaç yaşındadır? Kaç kardeşi var? Kaç kilodur? Babası kaç para kazanır?” diye sorarlar. 
Ancak o zaman tanıdıklarını sanırlar onu. 
Büyüklere: “Pembe kiremitten bir ev gördüm, pencerelerinden sardunyalar, damında güvercinler vardı” derseniz, o evi bir türlü gözlerinin önüne getiremezler. 
Onlara: “Yüz bin franklık bir ev gördüm” demeniz gerek. 
O zaman: “Aman ne güzel!” diye bağırırlar.


3 Mayıs 2015 Pazar 0 yorum
Fedakâr ne güzel kelime, 
‘Feda eden kârdadır’ diyor. 
-Gel gör ki ; 
Ne eli öpülecek kadın kaldı, 
Ne de ayağı yıkanacak adam !!!


 
; Sayfa Başına Dön