28 Nisan 2015 Salı 0 yorum
Demlenmiş çay kokusuyla uyansam, 
ilk gördüğüm gözlerin olsa
Kahvaltı hazır desende gitmesek, çay soğusa... 


2 yorum
22 Nisan 2015 Çarşamba 0 yorum
Korkuyorum, 
Seninle karşılaşmaktan… 
Ölesiye korkuyorum. 
Olur da göz göze geliriz de 
Beni görmezden gelirsin diye.


17 Nisan 2015 Cuma 0 yorum
Mor beresi, 
Yeşil atkısı, 
Lacivert paltosu 
Ve kırmızı şemsiyesi ile 
Puslu ve yağmurlu havaya renk katarken, 
Fondaki Van Morrison müzikleri ile de 
Yağmura karşı sempati duyuyor…
Ona baktıkça günün kasvetli ve sıkıcı yanı 
Göç eden kuşlar gibi uçuyor… 
Ki ben bu havalarda 
Oyuncağını kaybetmiş bir çocuk gibi mutsuz olurdum...



0 yorum
Olur da kasvete düşersen çocuk.. 
Başını uzat bir aralık camdan dışarı..
Gökyüzüne bak..
Gökyüzü ferahtır,
senindir,
herkesindir…


0 yorum
Kadıköy. 
Hep mi bu kadar hüzünlü 
yoksa yalnız bu mevsimde mi? 
Alabildiğine dalgalı deniz, 
beşik gibi sallanan vapur, 
hep bir ağızdan şarkı söyleyen martılar, 
kasvetli bir hava, 
nefes almak için en uygun zaman. 
Fonda Birsen Tezer, 
Ezginin Günlüğü.. 
mevsim? 
Son bahar.


13 Nisan 2015 Pazartesi 0 yorum

Mutluluk

Küçük kız, erkek kardeşinin elinden tutmuş ve onu sağ yanına almıştı. 
Solundan geçen arabalardan korumak istercesine. 
Yürüyorlardı… 
Yürüdükleri yol taşlı bir yoldu. 
Köye yeni gelmiş olmalarının hüznü, 
çekimserliği ve sevinci vardı gözlerinde, 
ellerinde ve ayaklarında. 
Kimseyi tanımıyor, kimseyle konuşamıyorlardı. 
Küçük kız aklında 2 ekmeği tutmuştu, 
erkek kardeşinden de 2 kilo şekeri tekrarlamasını istemişti.
Bakkala girdiler. 
Annelerinin istediği şeyleri aldılar. 
Bakkaldan çıktılar. 
Ekmek hafif diye erkek kardeşine verdi küçük kız, 
şekeri kendi aldı ve geldikleri yolu tersine yürüdüler.
Bu kadar... 
Büyümek zorunda değildi. 
Kardeşinin elini tutmak onun için en güzel, 
en tarifi imkansız şeydi. 
Yalnız değildi bir kere! 
Elini tuttuğu kardeşi vardı, bahçeleri vardı, 
söğüt ağacı vardı, tayları ve atları vardı, çardakları vardı… 
Mutluluk nedir bilmiyordu. 
Mutluluk bunlarmış. 
Mutluluk söğüt ağacının altına gidip dallarıyla oynamak, 
kardeşinin elini tutup bakkala gitmek, 
çok yağmur yağdığı zaman cama başlarını yaslayıp 
‘’Allah’ım anneannem evinde yalnız onu koru’’ diye dua etmek, 
gelecekte neler olacağını düşünmemek…

İşte oracıkta ölebilmeliydik. 
Daha fazla ilerlemeden hayatta.


0 yorum
Öyle durup dururken gitti ki ardından 
yağan yağmur sadece beni değil 
tüm şehri talan etti. 
kalbim taşralı oysa benim. 
anlamıyor; 
“öyle bir gitmelerden…”
bir gün evlenirsek evimizde ev telefonu olsun, demiştim. 
olsun, demişti. 
arada bir bilmediğimiz numaraları arayıp 
alo dedikten sonra kapatma oyununu oynar mıyız? demiştim. 
oynarız, demişti.
bunları daha dün konuşmuştuk. 
yada bana mı öyle geliyor? 
şimdi ben karanlık bir yolun başındayım. 
biri ışıkları söndürdü. 
ne yapacağım? dedim 
ya kalbim taşralı benim! 
anlamıyor bu işlerden. 
göğüs kafesimi rahatsız ediyor 
kalbimin her saniye atıyor olması. 
yoksa! 
içeride kelebekler mi ölüyor? 
kim üzülmeli onlar için?
bileklerim çok soğuk… 
parmak uçlarım sırtına bir şey yazmak istiyor 
bu soğukluk ile 
sen “öyle bir giderken.” 
çünkü sırtın giderken daha bir okunaklı oluyor. 
izin ver parmak uçlarım sırtına bir kaç çizik atsın. 



0 yorum
Buralar benimdi eskiden
Biz gökyüzüne bakarken
Ayaklarımız yere değmezdi
İnsanlar seyrederken

Buralar benimdi eskiden
Biz gökyüzüne bakarken
Ayaklarımız yere değmezdi
Seninle dans ederken

En dibe daldım
Kimseler duymaz
İçime baktım
Bir ömre doymaz

İçindeyim biraz dinlesen
Yüzün güler yaz ortası
Bu güneş kimin başımı döndüren
Seni beni bizden ettiren

Buralar benimdi eskiden
Biz korkmadan yüzerken
Ayaklarımız yere değmezdi
Avuçlarımız yanarken
Tek başıma kaldım
Kimseler duymaz
Umudum hayattan
Sevenler yorulmaz



0 yorum
Yine kaçtı uykum benim .
Koyunlarımı saymaya başladım.
Baktım koyunlarım da kaçıyor
Kaçırmadığım bir keçilerim kaldı
Onlarda kaçarsa eğer
Uyuyamamak beni delirtir.


6 Nisan 2015 Pazartesi 0 yorum
girdabın ortasında
toz bulutlarının içindeyim
iliklerime kadar
gökyüzü karar verememişken kendi rengine
rengimi boyamışım
siyahın en karasına
sürüncemede kalmış bir yanım
sarsıyor bedenimi
sarsıyor ufkumun derinliklerini
suskun
ama sessiz olamayan ruhumun
musalla taşına meyletmiş dillerini
ücra bir köşede bekliyor azrailim
çıkmaz sokakların kuytuluklarında
suların genleştiği
kutup noktasının soğukluğunda
belki güneşin gölgesinde:
belki de manyetizmasını şaşıran
bir pusulanın kadranında
kaderimin çizgisinden kaçarken
yarınlarım yüzlerce metre yüksekte,
ipte salınan bir cambaz oluyorum bazen
ve kederimin orta yerinde buluyorum kendimi
yağmurlarla kucaklaşırken
avuçlarım
bedenimin ilikleri çözülüyor
bir sonbahar sabahında
düğmelerim kopuyor
rüzgarların şiddetinde savruluyorum
asırlık bir çınarın koynuna
bir çizik de ben atıyorum gövdesine
ve kusuyor gözlerim kinini
bu mu lan hayat 
çocukların öldüğü dünya mı güzel!


 
; Sayfa Başına Dön