24 Şubat 2016 Çarşamba 0 yorum

Bunda da bir hayır var!

Bir zamanlar Afrika’daki bir ülkede hüküm süren bir kral vardı. Kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu, birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazdı. Nereye gitse onu da beraberinde götürürdü.

Kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu vardı. İster kendi başına gelsin ister başkasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep aynı şeyi söylerdi: “Bunda da bir hayır var!”

Bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıktılar. Kral ateş ederken tüfeği geriye doğru patladı ve kralın başparmağı koptu. Durumu gören arkadaşı her zamanki sözünü söyledi:

- Bunda da bir hayır var!

Kral acı ve öfkeyle bağırdı:

- Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, parmağım koptu?

Ve sonra da kızgınlığı geçmediği için arkadaşını zindana attırdı.

Bir yıl kadar sonra, kral insan yiyen kabilelerin yaşadığı ve aslında uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamı ile birlikte avlanıyordu. Yamyamlar onları yakaladı ve köylerine götürdü. Ellerini, ayaklarını bağladılar ve köyün meydanına odun yığdılar. Sonra da odunların ortasına diktikleri direklere bağladılar. Tam odunları tutuşturmaya geliyorlardı ki, kralın başparmağının olmadığını fark ettiler. Bu kabile, uzuvlarından biri eksik olan insanları yemiyordu. Böyle bir insan yedikleri takdirde başlarına kötü olaylar geleceğine inanıyorlardı. Bu korkuyla, kralı çözdüler ve salıverdiler. Diğer adamları ise pişirip yediler.

Sarayına döndüğünde, kurtuluşunun kopuk parmağı sayesinde gerçekleştiğini anlayan kral, onca yıllık arkadaşına reva gördüğü muameleden dolayı pişman oldu. Hemen zindana koştu ve zindandan çıkardığı arkadaşına başından geçenleri bir bir anlattı.

- Haklıymışsın, dedi. Parmağımın kopmasında gerçekten de bir hayır varmış. İşte bu yüzden, seni bu kadar uzun süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum. Yaptığım çok haksız ve kötü bir şeydi.

- Hayır diye karşılık verdi arkadaşı. Bunda da bir hayır var.

- Ne diyorsun Allah aşkına? diye hayretle bağırdı kral. En yakın arkadaşımı bir yıl boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir.

- Düşünsene, ben zindanda olmasaydım, seninle birlikte avda olurdum, değil mi?


0 yorum
Az önce bir kez daha karar verdim ki;
-Ben yerli yazar okumamalıyım.
-Duygularını net bir şekilde ifade edip hissetmeme neden olabilen yazar okumamalıyım.
-Ülke gündemini yakınen takip edip sinir olduğum olayları anlatan yazar okumamalıyım.
-Gördüğüm ama değistirmeye gücüm yetmediği için bireysel olarak yapabildiğimden öteye geçemediğim olayları anlatan yazar okumamalıyım.

Sonra sonuç bu oluyor işte. Gevşemek için oturduğum köşede dişlerimi kasmış buluyorum kendimi.
Napıyorduk?
Görmedim, duymadım, söylemedim.

Bu ülkede gördükçe duydukça konuştukça suçlusun unutma!!!


19 Şubat 2016 Cuma 0 yorum
Babama neyim var diye sordum.
O da birşeyin yok oğlum dedi.
Ben elimi sağ ayağıma attığımda yerindeydi. Fakat elimi sol ayağıma attığımda yerinde yoktu...
Babama sol ayağıma ne oldu diye sordum.
O da:"Birşeyin yok oğlum, ayağın ağrıyor o yüzden büktük." dedi.
Ben de "Böyle birşey olmaz ayağım yok!" diye bağırdım.
Yan tarafa baktığımda ayağımı bir poşetin içinde gördüm. Onu gömmeye gideceklerdi.
Her şeye rağmen ELHAMDÜLİLLAH!!!
17 Şubat 2016 Çarşamba 0 yorum
Gelme, oralar sana yakıştı.
Buradan gittin gideli çok güzel bir yer artık burası.
Bende sensiz çok iyiyim burada.
O bildiğin ben yok neredeyse...
Artık geceleri o kadar ağlamıyorum mesela
Güneşin doğuşunu ıslak gözler ile izlemez oldum.
Eskisi kadar geç saatlerece oturup, erkenden de kalkma huyum yok.
Yemekler daha bir lezzetli geliyor, zehir olmuyor artık yanlız oturduğum sofralar.
Şarkıları sadece dalıp gitmek için dinleyen ben eşlik ediyorum artık tüm çalanlara.
Artık çayı bile aramaz oldum düşünsene
Kahve içemeyi bile çaya tercih ediyorum desem inanır mısın?
Anlayacağın seninle aynı şehirde iken çektiğim acılar artık o kadar değil.

Orası da seninle güzelleşmiş diyorlar
Küresel ısınma diye birşey kalmamış.
Fok balıkları artık katledilmiyorlarmış.
Kıraathanelerde artık çayın yanında hangi kitabı alırsın diye soruyorlarmış.
Gazetelerin ikinci sayfa haberleri bile okunabiliyormuş artık
Esnaflar ile sokak satıcıları da barışmışlar senin geçtiğin sokaklarda.
Ayrı bir huzur gelmiş oralara diyorlar...
Hani senden haber almak için sorduğumdan değil yanlış anlama
Ama mutlu musun diye de sormuyor değilim.
Sadece acaba bu aciz kulun duaları da kabul oluyor mu diye soruyorum.
Senin her zaman mutlu olmanı diliyorum, yalvarıyorum Allah'ıma...

Onur TATAR


11 Şubat 2016 Perşembe 0 yorum
Kedilerin yaralarını yalayarak temizlemesi gibi dilim surekli dişin boşluğuna gidiyor. Yüzümün sağ tarafı hatta sağ burun deligim uyusmus durumda. Yine de bosluk felaket sızlıyor.

Yüzü uyuşturup damağı uyuşturmayan lokal anesteziğini seveyim senin!
0 yorum
Hayatın insanlardan ibaret olduğunu zanneden (kufretmeyecegim!) bencil yaratiklar.

Agac olmadan, dere olmadan, toprak olmadan, kuşlar baliklar kediler olmadan.

Dort duvar arasinda nefes almadan nasil yasayacaksiniz merak ediyorum.

Kus gribi deyip kuslari katlettiniz Kirim Kongo cikti. Cekirgeler hasatlari yok etti.

Doganin kendi icinde bir duzeni oldugunu ve aslinda “insan” denilen varliginda bu duzen icinde minicik bir ayrinti oldugunu ne gun ogreneceksiniz?

Katlettikce yok olacaksiniz. Belki bedenen hemen oyle birdenbire olmayacak ama yavas yavas yok olsanizda sonuc degismeyecek.

Ki spermlerin ve yumurtalarin kalitesi duseli yillar oldu. Bilene!

Ruhlariniza gelince… Var mi ki?!
0 yorum
Yağmurlu bir günün gecesindeyiz
Damlalar düşmüyor
Rüzgar bile yorgun artık.
Sadece tüm günü kaplayan yağmurun terk edişi var caddelerde
Usul usul kayboluyorlar toprağa karışıp
Ardında dayanılmaz güzel bir koku bırakarak
Hiçbir ayrılık böyle güzel kokamaz
0 yorum
“1915’de doğdu. Evde ağlayamazdı. Hemen annesi,
-Sus! diye paylardı.
Gülemezdi, bağıramazdı. Babası,
-Sus!… diye azarlardı.
Misafir gelince,
-Ayıptır, sus! derlerdi.
Yabancı kimse yokken de evdekiler,
-Başımı dinleyeceğim, sus! derlerdi.
Yedi yaşına kadar bu, böyle sürdü.
*****
İlkokula gitti. derste bir şey soracak olsa öğretmeni,
-Sus! … diye çıkışırdı.
Derse kalksa,
-Ne sorulursa onu söyle, çok konuşma!…
derdi öğretmenleri.
On iki yaşına kadar da böylece sürdü.
******
Ortaokula gitti. Ağzını açacak olsa, büyükleri,
-Her lafa karışma! dediler.
Müdür,
-Söz gümüşse, sükut altındır! vecizesini öğretti.
Türkçe öğretmeni,
-İki dinle, bir söyle…Bak, iki kulak, bir ağız var!… dedi.
-Sus!…
-Sesini kes!…
-Çok konuşma!…
On beş yaşına kadar böylece sürdü.
*******
Liseye gidiyordu. Burada öğrendiği en güzel şey ‘Essükütü hayrün mineddırdır’ sözü oldu. Yani susmak, dırdırdan hayırlıdır.
-Çok konuşma!…
-Sus!…
-Kes sesini!…
On dokuz yaşına kadar böylece sürdü.
*******
Üniversiteye girdi. Evde,
-Büyüklerin yanında konuşulmaz! diye öğretiyorlardı.
Annesi,
-Söz büyüğün, su küçüğün! diyordu.
Profesör bir gün ona,
-Dilini tut!…demişti.
Yirmi üç yaşına kadar böylece sürdü.
********
Askere gitti. On başısı,
-Sus len!…diye bağırdı.
Çavuş,
-Dırlanma! diye azarladı.
Yüzbaşı,
-Pısss!…Sısss!…dedi.
Karakola çağırdılar.Polis,
-Çok konuşma! dedi.
Komiser,
-Sus be!… dedi.
*********
İşe girdi. Arkadaşları, işaret parmaklarını dudaklarına koyar.
-Şışşşşt! derlerdi.
-Aman şışşşt… Aman sus, aman başın derde girer. Aman haa!…
-Sen her şeye burnunu sokma!… derlerdi
-Sen anlamazsın…
-Sana mı kaldı…
_Sen sus…
*******
Evlendi. Karısı,
-Aman sus..Sen karışma!…derdi.
Sonra çocukları oldu. Büyüdü çocukları,
-Sen sus baba!…Çakmazsın bu işlerden…demeye başladılar.
*******
Bu adam, biraz benim, biraz sizsiniz, biraz hepimiziz.
Eskiden kadınlar, kocalarına kendilerine dırdır etmesinler, çok konuşmasınlar diye eşek dili yedirirlerdi. O inanışa göre, eşek dili yiyenlerin sesi çıkmazdı. Bize de sanki eşek dili yedirmişler. Arayın bakalım, ağzınızda diliniz var mı? Dilimizi yutmuşuz. Dilimizi içimize sokmuşuz. Ağzımız var; dilimiz yok.
********
Şimdi bu biraz bana, biraz size benzeyen adam söz hürriyeti istiyor. Konuşacak. Ama ona,
-Sus!…diyorlar.
İçimden,
-Konuş…Konuş…Konuş be!…diye bağırmak geliyor. Ama ne konuşacağız, nasıl konuşacağız? Dilimiz nerede?”

 Aziz Nesin - Nutuk Makinesi


0 yorum
Içinde duygu barındıran bir eylemi yaşamayı özledim.

Sevgi olur
Nefret olur
Kıskançlık olur
Süpriz olur
Öfke patlaması olur

Fark etmez.

Bazen duygularımı aldırmış gibi hissediyorum kendimi.

Aslında bir süredir başı bozuk duygularımla baş edemediğim için tepkisiz izlemeye karar vermiştim.

Lakin.

Bu da kesmedi beni iyi mi!


8 Şubat 2016 Pazartesi 0 yorum
Raskolnikov uzaklaşırken düşünüyordu: Nerede okumuştum… ölüm cezasına çarptırılmış biri sehpaya çıkmadan bir saat önce şöyle söylüyor yada düşünüyordu: ‘Yüksek bir yerde, bir kayanın üzerinde, ancak iki ayağımı koyabileceğim kadar daracık bir yerde yaşayacak olsaydım, dört bir yanım uçurumlarla, okyanuslarla çevrili olsaydı, fırtınalar, zifiri karanlık olsaydı her yanım. Kimsecikler olmasaydı yanımda, o daracık yerde, öylece, binlerce yıl sonsuza dek yaşamak isterdim! Yaşayabilsem… yalnızca yaşayabilsem! Nasıl olursa olsun yaşasam!… Ne yaman bir gerçek! Tanrım, ne yüce bir gerçek bu!


7 Şubat 2016 Pazar 0 yorum
Sonra insanlar gelir, gider
Sahi kaç kişilikti ömrümüz? Hep eksildik.
Daha ne kadar eksilebilir bir hayat?
Daha ne kadar özler bir insan?


2 Şubat 2016 Salı 0 yorum
Insan beyni kumbara misali biriktiriyor;

Geçmişin koku, tat ve anılarını.
Günümüzün soru, sorun ve anlık tepkilerle yaşanılanlarını.
Ve yarına dair yapılan plan ve umutlarını.

Ve bazen bir olay kumbarayı sallıyor…

Işte o zaman dün bugün ve yarın birbirine giriyor. Insan an’ın farkına varamadan dün, bugün, yarın kemkeşinde sürüklenip gidiyor.


0 yorum
Çocuklar…
Mutluluk kaynakları!
Ah bir de büyükleri nasıl parmaklarında oynatacaklarını bu kadar çabuk öğrenmeseler,

Ve ebeveynler bu masum yaratıkların bir gülüşüne veya bir damla gözyaşına bu kadar kolay kanmasak diyorlar.

Yine de varlıkları güzel şey, kandırılmak gücünüze gitse de zekalarına hayran kalıyorsunuz.


0 yorum
Cam kenarina oturmak yalnizlarin harcı sanırım.  Herkes birileriyle sohbet ederken yalnizligimizin farkına varmamak icin etrafı izlemek…

Az once büyükçe bir araç güneşimi kesti. Kafamı kaldırıp baktığımda gördüğüm yazi gülümsetti;

"UMUT NAKLIYAT"

Benim umutlarımı kime naklettiler acaba…


0 yorum
Doğduğumuz andan itibaren hayatımızın ucundan köşesinden veya kalbimizin tam ortasından dokunan her insan degiştirir, yontar, yoğurur ve yeniden şekillendirir bizi.

Kimi müzik zevkimize katkıda bulunur kimi güven duygumuzu ve masumiyetimizi yok eder ama illa bir ucumuzdan dokunur. Ister doğumumuza neden olan olsun ister eşlikçi ister refakatçi isterse hayatımızın merkezi veya sokaktan gecen simitçi…

Bakışımız değişir, duruşumuz, oturumuşumuz. Kimi elimizden tutar yürüyüşümüz değişir.

Ağır aksak veya birden bire…

Kimi yara açar kimi kabuk bağlatır kimi merhem olur.

Kimi güldürür kimi ağlatır kimi düşündürür.

Kimi okşar kimi çarpar kimi sarsar.

Kimi dinlendirir kimi eğlendirir.

Sonuçta doğduğumuz kişi ile öldüğümüz kişi arasında binlerce fark oluşur.

Farkına vardığımızda kimine teşekkür ederiz kimine küfür…

Yine de;

Gün geçtikçe degisir insan hayatına dokunan her yeni kişiyle.


 
; Sayfa Başına Dön