24 Kasım 2012 Cumartesi 0 yorum

“Kel Yakuti Beynel Hacer”

Abdullah bin Cübeyr -radıyallahu anh- anlatıyor:
Bir gün Efendimiz -sallalahu aleyhi ve sellem- bir grup sahabi ile yolda yürürken, onlardan birisi örtü ile Allah Rasulü’nü güneşten korumak istedi. Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, bir kimsenin kendisine gölgelik yapmakta olduğunu fark edince ona hemen bırakmasını söyledi ve örtüyü alıp yere koydu. Ardından da:
- “Ben de sizin gibi bir insanım!” buyurdu. (Heysemi, IX, 21)
Şunu da unutmamak gerekir ki, Allah Rasulü -sallallahu aleyhi ve sellem- bir beşer olmakla birlikte herhangi bir kimse gibi de değildir. Şairin ifade ettiği gibi:
“Hazreti Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir beşerdir, lakin diğer insanlar gibi değildir. Taşların arasında yakut ne ise Allah Rasulü de insanlar arasında öyledir.”
Muhammedun beşerun la kelbeşer
Bel hüve kel yakuti beynel hacer
0 yorum

3 NASİHAT

Yıllar önce, çok uzaklarda bir adam varmış. Bu adam çalışmak amacıyla çok uzaklara gitmiş ve yıllarca çalışmış. Sonunda memleketine dönme zamanı gelmiş. Bu çalışma sürecinde toplam 3000 akçe biriktirmiş ve evinin yolunu tutmuş.

Evine doğru giderken yolu büyük bir şehirden geçmiş.Yolda yürürken köşe başında birisi "Bir nasihat bin akçe, bir nasihat bin akçe" diye bağırıyormuş. Adam düşünmüş: "Nasıl olur, bir nasihati bin akçeye satarlar, ben yıllarca çalıştım ve sadece 3000 akçe biriktirdim". Bu işe
pek aklı ermemiş ama merak işte. Duramamış ve adama bin akçe vererek o nasihati satın almış.

Nasihat şöyleymiş: "KADERDE NE VARSA O ÇIKAR". Ve yoluna devam etmiş...

İlerde yine köşe başında başka bir adam bağırıyormuş "bir nasihat bin akçe" diye. Adam yine dayanamamış bin akçe de o adama vermiş ve ikinci nasihatı da satın almış.

İkinci nasihat da şöyleymiş: "GÖNÜL KİMİ SEVERSE GÜZEL ODUR"

Son kalan bin akçesi ile yoluna devam etmiş. Tam şehrin çıkışında yine köşe başında bir adam bir nasihati bin akçeye satıyormuş. Adam bir parasına bakmış, bir de nasihatı satan şahsa, dayanamamış ve kalan son akçesiyle de o nasihatı satın almış.

Son nasihat ise şöyleymiş: "HİÇ BİR İŞ ACELEYE GELMEZ".

Parasız yoluna devam etmiş. Şehrin çıkışında büyük bir topluluk ile karşılaşmış. Topluluk telaş içindeymiş. Yaklaşmış ve oradakilerden birine neler olduğunu sormuş. Oradan birisi açıklamış, demiş ki: Burada şehrin tüm su ihtiyacını karşılayan bir kuyu var, ama kuyunun içinde de canavar var. Canavar suyu tutmuş, göndermiyor. Aşağıya kim indiyse bir türlü çıkamadı. Şimdi herkes korkuyor aşağı inmeye".

Adam düşünmüş ve ilk satın aldığı nasihat aklına gelmiş. "Kaderde ne varsa o çıkar". Aşağı inmeye karar vermiş.

İnince canavar hemen yakalamış ve yerine götürmüş. Demiş ki: "Buraya gelenlerin hepsine bir soru sordum ve bilemediler. Eğer sen bilirsen seni serbest bırakırım. "Bir dizine sarışın ve dünya güzeli bir kadın, diğer dizine de kurbağa koymuş ve "söyle bakalım hangisi güzel?" demiş.

Adam düşünürken aklına ikinci aldığı nasihat gelmiş ve "gönül kimi severse güzel odur" demiş.

Bu cevap canavarın çok hoşuna gitmiş. Zira canavar, kurbağanın gözlerine aşıkmış. Adamı salmış ve suyu bırakmış. Almışlar krala götürmüşler ve ağırlığınca altın vermişler.

Adam yoluna devam etmiş ve nihayet evine varmış.

Evinin camından içeri bakmış. Bir de ne görsün; karısı genç biri ile diz dize oturuyor. Hemen kılıcını çekmiş ve tam içeri girerken üçüncü nasihat aklına gelmiş : "Hiç bir iş aceleye gelmez".

Kılıcını kınına koymuş ve içeri girmiş. Hoş beşten sonra karısına o genci sormuş. Kadın da: "Bey, sen gittiğinde ben hamileydim ve bir oğlumuz oldu. Bu genç senin oğlun." demiş.

Hayat Aceleye Gelmez…

Mesnevi'den...
1 yorum

ÇOCUKÇA AŞK

- Aşk, sevgilimizle aramızda bi sürü kötü şey meydana gelmeden önce hissettiğimiz şeydir.

- Benim anneannem sırtından hasta olmuştu ve eğilemediği için ayak tırnaklarına oje süremiyordu, dedemin de parmakları hasta olmasına rağmen anneannemin ayak tırnaklarına hep oje sürüyordu. Bence aşk budur.

- Sizin adınız size aşık olan birinin ağzından daha değişik çıkar, o size adınızı söylediği zaman "benim ne güzel adım var" diye düşünürsünüz...

- Aşk birlikte yemeğe gittiğimiz zaman sevgilimizin kendi kızarmış patateslerini bizim tabağımıza koyması ve bizim tabağımızdan hiçbir şey almamasıdır.

- Aşk, biri sizi ne kadar kırmış olsa da sırf o üzülür diye ona kötü bişey söylememektir.

- Aşk çok yorgun olduğumuzda bizi gülümseten bişeydir.

- Aşk, annemiz babamıza kahve yaptığı zaman ona götürüp vermeden önce kendisinin bir yudum içmesi ve tadının çok güzel olduğunu kontrol etmesidir.

- Aşk, sevgilimiz bişey söylüyorsa yılbaşı hediyelerini açmayı bile bırakıp onu dinlemektir.

- 'Senden nefret ediyorum' dediğimiz birine ilerde aşık oluruz.

- Aşk sevgilimizin her şeyini bildikten sonra bile onunla çok iyi arkadaş olabilmektir.

- Aşk kocamız çok terliyken ve kötü kokuyorken bile ona "Sen Bruce Willis'ten daha yakışıklısın" demektir.

- Birine aşıksanız, kirpikleriniz hareket ettikçe gözlerinizin içinden yıldızlar çıkar.

- Eğer aşık değilseniz "seni seviyorum"demeyin, ama gerçekten aşıksanız hep "seni seviyorum" deyin, hem aşıksanız hem de "seni seviyorum" demiyorsanız çok ayıp.



0 yorum

-Aşka Methiye-

"Doğumsuz, ölümsüz, artmaz, eksilmez bir güzellik" diyor Eflatun aşk için. "Artmaz" kısmında külliyen yanılıyor üstad. Bir çoğalmadan ibarettir çünki aşk, bir coşmadan, kabarmadan, büyümeden ibarettir. Devamlı artmayan bir duygunun aşk olması ne mümkün?

Ahsenü'l-Kasas buyurulmuş Yusuf sûresinde; aşkı anlattığı için bu sûre. Mevlâna "Zeliha o hâle gelmişti ki..." diyor, '... çörekotundan öd ağacına kadar her şeyin adı Yusuf'tu onun için. Yusuf'un adını başka adlara gizlemişti; mahremlerine bu sırrı söylemişti. Mum ateşte yumuşadı, dese; sevgili bize alıştı, yüz verdi, demiş olurdu. Bakın ay doğdu, dese; söğüt dalı yeşerdi, dese (...); başım ağrıyor, dese; başımın ağrısı geçti, iyiyim, dese hep ayrı mânâları vardı bu sözlerin. Birini övse onu överdi, birinden şikayet etse onun ayrılığını söylemiş olurdu. Yüzbinlerce şeyin adını ansa, maksadı da Yusuf'tu onun, dileği de.."

Ne din, ne de yasalar yasaklamıştır aşkı; yürekler Allah'a aittir çünki.

Bir şeyin aşk olabilmesi için tutkulu olması, patolojik olması, anormal olması gerekir zannımca. Aşk bir bedenî hastalık olsaydı yalnızca, hastahanelerde tedavi ederlerdi onu; oysa bimârhânelerde timara çekilir aşk son ucunda.
İştahla yemek yerken hatırlayıp sevileni, yemek boğazda düğümleniyorsa; derin uykularda görülen rüyadan sonra bir daha uyku girmiyorsa gözlere, şen bir mecliste adı anıldığında onun, inziva engin bir boyut kazanıyorsa, hamasî bir söylevin tam ortasındaki bir kelime, bir cümle ne dediğini bilmezleştiriyorsa insanı, işte odur aşk. O ki, göz kapakları kapandığında karanlıkları son bulmuyorsa, ne cür'et aşktan söz edile!?..

Aşk şiirdir, "şiir gibi"ye çıkar yolu. Mahlas seçerken "Aşkî(aşkla ilgili, âşık)" sıfatım tercih edenler bilir aşkı. Hak âşıkı diye eline bağlamayı alıp yürek yaralarını çığıranlar bilir.

Sevgi üzerine kullanılabilecek bütün mecazları üstüne alınmadır aşk. Aşk acıdır, hasrettir. Hicran ve hayrettir, firkat ve gurbettir. Gözyaşı ve âhtır; tazarru ve münacattır. Aşk ölümdür, can vermedir, kurban olmadır.

"Yalnızca bir türlü aşk vardır; ama görüntüleri binlerce türlüdür" der bir bilge. Üç çeşidini söyleyelim biz:

Aşk beşerîdir; şakayla başlar, sorumluluk getirir. Gözden girer, gönülde yaşar. Surete meyledenler ziyandadır.

Aşk platoniktir; sohbetle başlar, zahmet getirir. Zihinden girer, gönülde yaşar. Sîretini süslemeyenler yol şaşırır.

Aşk İlahîdir; imanla başlar, vahdete götürür. Gönülde doğar, gönülde yaşar. Sırrı saklamayanlar, başını verir.

Gönül ki Allah'ın evidir, aşkın her çeşidine itibar eder. Bütün milimetrekarelerinde aynı sevgili olmayan bir gönül aşkı bilir mi acep?!.. Bir kuru yakınlaşmayı, ilgiyi, arzuyu aşk sanarak yaşanılan ömür adına vâ veylâ ve vâ esefâ. Bir Cemâl'e kul, bir Ahmed'e köle, bir Leyla'ya deli ve bir ışığa pervane olmayanın aşkı mı vardır, ya aklı mı vardır ki!..

Âlem bir aşk için yaratılmış ve "Aşk imiş her ne var âlemde!.."

- İskender Pala -
3 Kasım 2012 Cumartesi 0 yorum

 
; Sayfa Başına Dön