29 Mayıs 2014 Perşembe 0 yorum

27 Mayıs 2014 Salı 0 yorum

Otopsi İstiyorum...

0 yorum

Özgürlüğün Resmi

Babası İspanya`nın en ağır siyasi cezalarının verildiği bir hapishanede mahkumdu küçük kızın. Fırsat bulduğu her hafta sonu babasını ziyaret için annesiyle birlikte hapishaneye giderdi.

Yine bir ziyarete giderken babası için çizdiği resmi yanında götürdü ancak hapishane kurallarına göre özgürlüğü çağrıştıran her türlü şeyin mahkumlara verilmesi yasaktı.

Bu sebeple kağıda çizdiği kuş resmini kabul etmemişler ve oracıkta yırtmışlardı…

Çok üzülmüştü küçük kız. Babasına söyledi bunu, o da “üzülme kızım, yine çizersin; bu sefer çizdiklerine dikkat edersin olur mu?” dedi.

Küçük kız diğer ziyaretinde babasına yeni bir resim çizip götürdü. Bu sefer kuş yerine bir ağaç ve üzerine siyah minik benekler çizmişti.
Babası keyifle resme baktı ve sordu: “Hmmm! Ne güzel bir ağaç bu! Üzerindeki benekler ne? Portakal mı?”

Küçük kız babasına eğilerek, sessizce şöyle dedi :

“Hşşşşt! O benekler ağacın içinde saklanan kuşların gözleri…”
25 Mayıs 2014 Pazar 0 yorum
500 kişi bir seminerdeydi. Birden konuşmacı durdu ve bir grup çalışması yapmaya karar verdi. Herkese bir balon vererek başladı. Herkes gazlı kalemle balonuna adını yazmalıydı. Sonra bütün balonlar toplandı ve bir odaya kapatıldı.
Katılımcılar odaya alındı ve 5 dakika içinde üzerine isimlerini yazdıkları balonu bulmaları söylendi. Herkes deli gibi kendi adını aramaya başladı, insanlar çarpıştılar, bir birlerini ittirdiler, tamamen bir kaos ortamı oluştu.

5 dakikanın sonunda kimse kendi balonunu bulamamıştı.
Konuşmacı bu sefer herkesin bir balon almasını ve üzerinde adı yazan kişiye o balonu vermesini söyledi. Bir kaç dakika içinde herkes kendi balonuna kavuşmuştu.

Konuşmacı dedi ki: “Yaşamımızda bunu görüyoruz. Herkes deli gibi mutluluğu arıyor ve nerede olduğunu bilmiyor. Bizim mutluluğumuz başkalarının mutluluğunda gizlidir. Onlara mutluluk verin; sizinki size gelir. Ve insanların yaşam amacı da budur…mutluluğun peşinden gitmek.”

0 yorum
Saian’ın ses tonundan şiir dinler gibi seviyorum seni.

Kalemim Nazım gibi tutuveriyor ellerimi.

Aklıma sen geldikçe karalamak istiyorum.

Çünkü bu sevgiyi sana söyleyemem artık.

Sen yüreğim sönmüş sanıyorsun.

Ufak tefek bir yalan söyledim sana.

Çünkü sen yüreğimi incitiyordun ve daha fazla incinmek istemedim.

Çünkü sen kendini bir yalana inandırmıştın ve bana bakmadan gidiyordun sonucu olmayan yolda.

Bak dedim.

Bana bak.

Yazıklar olsun ki bir kere dönüp bakmadın.

Kurumuştu halbuki yaram neredeyse iyileşecekti baksan.

Bakmadın be adam.

Özledikçe gülüşüne bakar oldum bende.

Gülüşün umut vadediyor bana.

Seveceksin,göreceğim.

Geleceksin,geleceğim.

Öpüvereceksin beni.

Ayaklarım tutmayacak mutluluktan.

Mutluluk vadeden türküler söyleyerek papatyalar toplayacağız seninle kırlarda.

Ama sen gelmezsen.

Sevmezsen.

Bilemiyorum artık ne olur bize.

Duyamıyorum bunları.

Aklıma tek bir düşünce aşılıyor gülüşün.

Seveceğim diyor usulca.

Bekliyorum.

Seveceğine kadar.
0 yorum
“ÂşK’ bir kapıya varan imiş, 
Kapıya vuran kalp imiş…
Bir kere vurup; bin kere bekleyen imiş…
Âşk imiş ölüm… 
“Ölmeden önce ölün” diyen 
Peygamber(sav) imiş… 
Âleme Sultan imiş…
Ahmed-i Mahmud-u Muhammed Mustafa imiş…
Âleme rahmet imiş…
ÂşK imiş ÂşK…”

Miraç Kaniliniz Mübarek olsun… 
Bu Rahmetli gece de Affedilenlerden olmamız dûası ile…

22 Mayıs 2014 Perşembe 0 yorum
Analar önce evladını düşünür,
Evlatlar ise önce vatanını.
Kader, analar ile evlatlar arasında ağını örer.
Bu bağ; anaya evladını, evlada vatanını çiğnetmez...
0 yorum
Ben aşkı, 

Annemin baktığı ineklerden elde ettiği tereyağını satıp kazandığı parayı gizlice cebime koymasında tattım.

Senin bana ” Seni Seviyorum” unda değil...

O his beni hiç terk etmedi...
18 Mayıs 2014 Pazar 0 yorum

bir kaybedişin vardır,
bir yıkılmışlığın….
sonra bir savaşın başlar , ardından toprak toprak büyüdüğün zaferlerin gelir.
ama bu sonbahar yapraklarını eze eze gitmen gerek önce ; kendinle …
bu yalnızlığın hüznünü tatman gerek …
yolun açık olsun kendisine yabancı


7 Mayıs 2014 Çarşamba 0 yorum

MONNA ROSA



I- AŞK VE ÇİLELER

Monna Rosa, siyah güller, ak güller;
Gülce'nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister;
Ah, senin yüzünden kana batacak,
Monna Rosa, siyah güller, ak güller!

                        *
Ulur aya karşı kirli çakallar,
Bakar ürkek ürkek tavşanlar dağa.
Monna Rosa, bugün bende bir hal var,
Yağmur iğri iğri düşer toprağa,
Ulur aya karşı kirli çakallar.

Zeytin ağacının karanlığıdır
Elindeki elma ile başlayan...
Bir yakut yüzükte aydınlanan sır,
Sıcak ve minnacık yüzündeki kan,
Zeytin ağacının karanlığıdır.

Zambaklar en ıssız yerlerde açar,
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.
Bir mumun ardında bekleyen rüzgâr,
Işıksız ruhumu sallar da durur,
Zambaklar en ıssız yerlerde açar.

Ellerin, ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi...
Ellerinden belli olur bir kadın.
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin, ellerin ve parmakların.

Açma pencereni perdeleri çek:
Monna Rosa, seni görmemeliyim.
Bir bakışın ölmem için yetecek;
Anla Monna Rosa, ben öteliyim...
Açma pencereni, perdeleri çek.

Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna;
Saat on ikidir söndü lâmbalar.
Uyu da turnalar gelsin rüyana,
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar;
Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna.

Akşamları gelir incir kuşları,
Konarlar bahçemin incirlerine;
Kiminin rengi ak, kiminin sarı.
Ah, beni vursalar bir kuş yerine!
Akşamları gelir incir kuşları...

Ki ben, Monna Rosa, bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında.
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O mâsum bakışlar...Su kenarında
Ki ben, Monna Rosa, bulurum seni.

Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa:
Henüz dinlemedin benden türküler.
Benim aşkım uymaz öyle her saza,
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler...
Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak,
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.
Bir gün gözlerimin ta içine bak:
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış,
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak.

Artık inan bana muhacir kızı,
Dinle ve kabul et itirafımı.
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
Alev alev sardı her tarafımı,
Artık inan bana muhacir kızı.

Altın bilezikler, o korkulu ten,
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne;
Bir tüy ki, can verir bir gülümsesen,
Bir tüy ki, kapalı geceye, güne;
Altın bilezikler, o korkulu ten!

                        *

Monna Rosa, siyah güller, ak güller,
Gülce'nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister;
Ah, senin yüzünden kana batacak,
Monna Rosa, siyah güller, ak güller!

                                     (1952, Bahar)


II- ÖLÜM VE ÇERÇEVELER

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;
Garip bir yolculuk, tren ve Gülce.
Bir hançer bölüyor, ah, rüyaları:
Bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve...

                        *
Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;
Gece kar yağacak sabaha kadar.
Toprakta et, kemik çıtırtıları...
Yarı ölüleri bir korku tutar
Değince bir taşa kafatasları.
-Ölüler ki yalnız tırnakları var,
Ve yalnız burkulmuş diz kapakları...-

                        *
Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı,
Açıyor elini göğe bir kadın.
Uzuyor, uzuyor altın saçları
Uğrunda ölünen güzel kızların...

                        *

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;
Esmer delikanlı, hatıra ve kan.
Yeşil gözlü kızın hıçkırıkları
Sızıyor bir kapı aralığından;
Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı.

                        *

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;
Çocuklara açar mağaraları
Gün görmemiş kuşlar ve örümcekler.
İlân-ı aşk eden dil balıkları
Aşina suları çabuk terkeder...

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;
Bakıyor ateşe, küle böcekler.
Köpekler parçalar kanaryaları,
Mektupları bir boz ağaç kurdu yer.
Baykuşlar ötüyor harabelerde;
Yanıyor lâmbalar, hafif ve sarı.
Bir kaza kurşunu bulur her yerde
Süvarisiz şaha kalkan atları...
Bir ruhun ışığı vardır göklerde,
Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;
Ötüyor baykuşlar harabelerde.

                        *
Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;
Titriyor yıldırım düşmüş gibi yer.
Bekledi arzuyla karanlıkları
Anneler, babalar, erkek kardeşler.
Ta içinde duyar ani bir ağrı,
Bir hüzün şarkısı tutturur gider
Anneler, babalar, erkek kardeşler.

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;
Her yatak dopdolu, bir yatak bomboş.
Bir neşe şarkısı tutturur gider
Birinci, ikinci, üçüncü sarhoş;
Kurşunlar sıkılır göklere doğru,
Serçe yavruları yuvada titrer.

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı...

                        *
Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;
İnce yelkenleri alıyor yeller.
Titretir kalpleri ve bayrakları
Gemiden toprağa uzanan eller.
Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı,
Bir yosun köküne hasret kalacak
Gizli hazineler, su yılanları....

                        *

İnce yelkenleri alıyor yeller;
Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı.
Beyaz pelerinli hür tayfaları
Kendine bağlıyor siyah kediler;
Titriyor gönüller ve kara bayrak,
Bir yosun köküne hasret kalacak
Gemiden toprağa uzanan eller.
Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı.

                        *

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı,
Garip bir yolculuk, tren ve Gülce.
Bölüyor bir hançer, ah, rüyaları:
Bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve...

                                          (1952,Yaz)


III- PİŞMANLIK VE ÇİLELER

Rüzgâr eser, yağmur yağar, tilkiler üşür;
Bir odun parçası aydınlatır ocağı.
Anne ateşin önünde perişan,
Anne ateşin içinde hür...
Rüzgâr eser, yağmur yağar, tilkiler üşür.

Yağmurlar sırtıyla sırtımın arasındadır;
Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın.
Bin parçaya böldü beni bir divane sır,
Sesi geliyor sesi günahkâr çocukların;
Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın arasındadır.

Gönüller yanarak kavuşacaktı;
Yüzdeki ıstırap, çile ocağı,
Onun bu ocakta yanan toprağı,
Bir gece rüyamda avuçlarımı yaktı;
Gönüller yanarak kavuşacaktı.

Benim gözlerim yeşildir, onun gözleri kara;
Ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara.

                        *

Annenin başı elleri arasında,
Parmağında aydınlık günlerden kalma yüzük.
Bir fotoğraf asılıdır duvarda:
Aynaya, geceye, maziye dönük;
Annenin başı elleri arasında,
Bir tüfeğin burnu havadadır,

Ateş almak üzredir, mermisiz.
Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım,
Siz beni ne anlarsınız siz!
Bir tüfek ateş almak üzredir, mermisiz...

Bir saman çöpüne tutunmuş kızların
Eteğini ben çektim.
Neyleyim göğsümü kara dağın sert rüzgârı doldurmuş,
Annemden ilk sütü Gülce'de içtim.
Ankara'ya, çatal kara bir zindandan gün vurmuş:
Az kalsın yerine ben ölecektim
Bir saman çöpüne tutunmuş kızların...

Kediler halıları parçalıyor,
Kırmızı bir ışık düşüyor yere.
Annenin dizinde derman yok,
Annenin kafası iki parçadır.
Hükmedemiyor insan ruhuna ateş,
Rüzgâr hükmedemiyor incecik perdelere;
Kediler halıları parçalıyor.

Ateşte sarı gül açan saksılar,
Kızarmış bir ekmek gibi duruyor;
Kulağıma garip sesler geliyor.
Kuş yumurtasından çıkan insanlar
Ahırda bir ata eğer vuruyor,
Kulağıma garip sesler geliyor.

Ben bir şarkı, ben bir tüyüm;
Ben Meryem'in yanağındaki tüyüm.
Beni bir azizin nefesi uçurur,
Kalbimde Allah'ın elleri durur.
Cici ayaklarım iplikle bağlı,
Ben onun sılası, kendimin gurbetiyim;
Ben bir azizin hasreti,
Ben Meryem'in yanağındaki tüyüm.

Benim gözlerim yeşildir, evet evet, onun gözleri kara;
Ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara...

                        *
Ocak sönüyor, ateş kül oluyor.
Annenin saçları beyaz,
Anne saçlarını yoluyor.
Ateşin içinde gül açar, servi büyür, ardıç büyür, çocuk büyür;
Ocak sönüyor, ateş kül oluyor,
Anne ruhunda ruhuma eğiliyor.

Yaralı kuş kanadını ısıtan
Bir güneş toprağı yarıp çıkacak.
Kadınlar sansa da yaşadığını,
Şarkısız kaldıkça yaşamayacak.
Kadınları şarkılar, geceler aydınlatır.
Kadınları şarkılar, akrepler aydınlatır.
Kadınları şarkılar, zehirler aydınlatır...

                        *

Artık ben gideceğim, ata eğer vuruyorlar.
Hatırlarımı birer birer yakacağım.

Entarimi parça parça edip
Zehirli kirpilere bırakacağım.
Beyaz bir kayanın üstüne çıkıp
Göğsüme siyah bir gül takacağım.
Batan güne doğru kurşunlar sıkıp
Kendimi boşluğa bırakacağım.
Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz...
Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım,
Siz beni ne anlarsınız siz!
Artık ben gideceğim atım kişniyor;
Bir bebek mum istiyor, bir ölü şarkı istiyor,
Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz, bir deniz;
Beni onun gözleri çağırıyor, duramam duramam.

Benim gözlerim yeşildir, ah, onun gözleri kara;
Ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara...

                                                      (1952, Güz)

 Sezai  KARAKOÇ
0 yorum

Uçan Karınca

Yaşlı bir uçan karınca not defterime kondu.
Baktı bana, gözlerime, en derine. 
Kalemimi işaret etti sonra. 
Aldım kalemi elime.
Anlatmaya başladı.
O anlattı ben yazdım, o anlattı ben yazdım...
.......

Küçük bir yuvada, ama büyük bir ailenin içinde açtım gözlerimi. 
Herkes aynıydı, ben herkes gibiydim... 
Büyük karıncalar vardı, hikayeler anlatırlardı... Küçük karıncalar vardı, oyunlar oynardık... 
Mutluyduk yuvamızda, mutluydum ailemin yanında...
Zaman geçti, bir heyecan sardı önce büyük karıncaları, sonra biz küçük karıncaları... Yuvadan çıkma vakti yaklaşıyordu, öğretmelilerdi, öğrenmeliydik ne yapacağımızı... Nasıl sağ kalabilirdik dışarıda, nasıl bulabilirdik tüm kış yetecek yemeği... Ama ille de nasıl birbirimizden kopmadan hareket edebilir ve yuvayı tekrar bulabilirdik... 
Bunların hepsini öğrendik, ille de geri dönmeyi...
O gün gelip çattığında, önce upuzun bir sıra yaptık, en önde büyük karıncalar, en arkada biz küçük karıncalar... Yavaş ilerliyorduk başta, sonra birden hızlandı öndekiler, hızlandık bizde... 
İlk içeri sızan ışığı gördüğümde istemsiz kapattım gözlerimi...
Tekrar açtığımda her şey devasal, her şey parlak görünüyordu artık...
Kıpır kıpır oldu yüreğim, gitti aklımdan tüm öğretilenler... 
Yol aldım masmavi gökyüzüne doğru bir ağacın gövdesinde, ayrılmıştım ailemden, ayrılmıştım sıradan.. 
Ben gökyüzüne yaklaştıkça küçüldü büyük karıncalar, görünmez oldu küçük karıncalar... Ama hiç korkmadım, hatta daha da heyecanla, arkama dahi bakmadan ilerlemeye başladım. Dedim ya içim kıpır kıpırdı ve tek istediğim en yukarıdan bakmaktı hem gökyüzüne hem yeryüzüne...
Ulaştığımda en tepeye, artık gidecek yol kalmadığında durdum... 
Önce son kez yukarı baktım...
Bitimsiz bir özgürlük vardı, doyumsuz bir mutluluk...
Sonra aşağı baktım...
Hissetmedim hiç bir şey...
Ama oraya ait olmalıydım, aynı olmalıydım... Diğer türlüsü kabul edilemezdi...
Sonra birden bacaklarımı hissetmez oldum, tutunduğum yer kaymaya başladı altımdan... Yardım ettim bende, direnmedim, serbest bıraktım bedenimi... Düşüyordum...
İşte ilk o zaman fark ettim, düşüşümü yavaşlatan bedenimdeki farklılığı, kanatlarımı... Ne işe yararlardı acaba, neden diğer karıncalarda yoktu... 
Bir kuvvet kendime doğru çektim, biraz daha yavaşladı düşüşüm, sonra bir daha, sonra bir daha... Uçuyordum...
Farklıymışım meğer... 
Kanatlarım varmış benim... 
İstediğim yere gidebilirmişim... 
Her yeri görebilirmişim... 
Gökyüzü benimmiş meğer... Ulaşabilirmişim ona...  
Zaten özgürmüşüm...
Bende özgürlüğümün peşinden gittim... Geri dönmeden hep uçtum, ileri doğru... Hep mutlu kalacağımı düşünerek... Hiç bitmeyeceğini bilerek...
Ama yanılmışım... 
Bitimsiz değilmiş özgürlük... 
Doyumsuz değilmiş mutluluk... 
Özgürlük kanatlarımla gelmişti, mutluluk özgürlüğümle... Şimdi kanatlarım taşımıyor beni... Yorgun düşüyorlar... Bırakmam gerek onları, yaşamak için... 
Yaşamak... 
Normal bir karınca gibi... Ait olmadığım yerde... Hissetmediğim şekilde...
Yaşamak... 
Özgürlüğümü, mutluluğumu, kanatlarımı geride bırakarak...
 ............


Yaşlı bir uçan karınca not defterime kondu.
Baktı bana, gözlerime, en derine. 
Kalemimi işaret etti sonra. 
Aldım kalemi elime.
Anlatmaya başladı.
O anlattı ben yazdım, o anlattı ben yazdım...

Bitince anlatacakları benden son bir şey daha istedi yaşlı karınca.
Bu son sayfada kendi hikayesini kendi imzalamak istiyormuş kanıyla.
Gözlerine baktım, en derine.
Yapamam diyemedim...

 
; Sayfa Başına Dön