11 Nisan 2017 Salı 0 yorum

Martının Aşkı


Hüzün saatleri... İstanbul...
Hayatın yorgunluğu üzerimde. Evde durmak can sıkıyor artık. Camdan bakıyorum hava kapalı. Benim içim daha mı bulutlu? Bende ki kasvet daha fazla bence. O zaman paylaşmak lazım ki azalsın bu kasvet. Koca şehir kimin, kimlerin sıkıntılarını çekiyor kim bilir? Bir de benim sıkıntılarımı ortak olsun bari. Eee hazırlanalım o zaman.
Ne giyeceğime, hayatımda karar veremediğim çoğu şey gibi yine karar veremedim. Bir pantolon, bir tshirt bir de mont benzer renkte de bir ayakkabı. Modaya uygun oldu mu ki? Sanki moda kimin umurunda. Ama Mfö misali şapkasız çıkmam abi.
Tarihi yarımadanın tarihi derinliklerinde yaşamanın avantajları var. Gidip yalnız kalacağın o kadar çok yer var ki. Adım atamayacak kadar kalabalık sokaklarda yalnız kalabilirsin. Kendi sesimi de en iyi bu kalabalık ortamlarda ki yalnızlıklarda duyuyorum. Kendime en iyi öyle gelebiliyorum. O zaman gidelim otobüs ile Eminönü'ne.
Hakkında hikayeler duyduğum 35 otobüsü nerde acaba. Durağa adımımı atınca bindiğim otobüs benim dertli kederli günümü neşelendirmek için gelmiyor sanki. O zaman yürüme vakti. Tahmin edin ne oldu. Bir sonraki durağa varmadan yanımdan geçti gitti otobüs. El kaldırdım dursun diye. Hayat ne zaman güldü ki şimdi gülsün. Durmadı ve gitti tabi de. Düşündüm. Acelem mi vardı? Hayır. Hayatta neye acele etmiştim ki zaten. Beklemek ile geçen hayatta bir otobüs daha beklemek beni yıldıracak değildi elbette. En iyi yaptığım işi yaptım ve bekledim. Hayatta her beklenen geliyor mu bilmiyorum ama otobüs geliyor. Beklemeye değer yani. Gelmeyeceğini bildiğin bir şey beklenmeye değmez. Onu beklemek aptallıktır. Ama gelip gelmeyeceğini bilmiyorsan onu beklemek sadakattir.
Kalabalıklar içinde yalnız kalmak iyi geldi. Kendimi bir de vapur sefası ile ödüllendirmek istiyorum. O zaman istikamet Eminönü-Kadıköy vapuru. Bir yığın şeklinde biniyoruz vapura. Yer kapmaca oyunu oynuyoruz sanki. Müzik bitince oturmayan oyundan çıkar ya hani. Vapurda da ayakta kalanı denize atıyorlar sanki. Çıktım üst kata. Hava güneşli olunca oturacak yer olmayan dış kısım bomboş. Uçmasın diye iyice yerleştirdim şapkamı kafama. Montumunda fermuarını çektim. Hazırdım huzur veren boğaz havasına. Hareketi ile vapurun, ben de rahatlıyorum. Köpüren denize salıyorum tüm sıkıntılarımı. Maviyi beyaza çeviren vapur. Benim gri duygularımı masmavi yapıyor.
Çocuklar simit atmaya gelmişti martılara. Etçil martılardan simitçil martı yapan bizler, ders veriyorduk sanki hayata. Değişmeyecek hiçbir şey yok bu hayatta. İşte orada, o anda gördüm onu. Her insanın bir ruh ikizi vardır derler. Uçan martılar arasında sanki kalem ile çizilmiş bir sanat eseri. Başı bir ciddi ile ayrılmış kahverengi, vücudu bembeyaz, kanatları gri. Denize düşen simitleri takip ediyor. Arada göz göze geliyoruz. Gözlerinde kendimi görüyorum sanki. Bir martı olsam yanından ayrılmazdım. Her yere onunla uçar giderdim. O da insan olsa aynısını yaparmıydı acaba benimle?

 
; Sayfa Başına Dön