29 Haziran 2014 Pazar 0 yorum

Çocukluğumun Kırmızı Balonu

Haziran ayı doğduğum ay olduğundan mıdır, büyümek üzerine çok düşünüyorum bugünlerde.

Dönüm noktası sayılabilecek yaşlardan bir kısmını geride bıraktım.
2’ymiş, 6’ymış, okula başlama yaşı 7’ymiş, ölümle tanıştıran 14’ymiş, “ben ergen değilim”li 15’miş… Bunlar uzakta kaldı.
Daha 17 17 17” göz açıp kapayıncaya kadar geçip gidiverdi, 18 de kağıt üzerinde reşit olmaktan başka bir şey getirmedi. Yaşım hep 19 kalsa “ne güzel şeysin sen”leri de daha sık duyardım belki.
2 adet 2’nin yan yana gelmesiyle oluşan yaşımı geride bırakmışım.
1 de gitmiş 2 de 3'e merdiven dayamış yaşımın önündeki rakam  ama hala bilmiyorum, ne zaman büyüdüm ben?

Pamuklu desenli bebeklik yastığımla uyumuyorum epeydir.
Yetiştim mi artık, yetişkin sayılır mıyım?
Sahi, biz ne zaman büyüyoruz?

Cennetten düştüğüne inandığım kar tanelerini saymaya çalışırdım küçükken, hangi yıldı hatırlamıyorum ama bir kış yoruldum onları saymaktan, kar tanesi şeklinde kaç meleğin yeryüzüne indiği önemsiz oldu birden. 
Bembeyaz kar taneleri soğuktan kızaran yanaklarıma hafifçe dokunduğunda sıcacık gülümserdim eskiden, artık öyle güzel gülümsemiyorum galiba.
Karda bıraktığım ayak izlerimi görünce birazcık da olsa içim burkulurdu o bembeyaz örtüyü kirlettiğim için. 
Şimdiyse, geçtiğim yollarda arkamda ne bıraktığıma bakacak zamanım yokmuş gibi geliyor çoğunlukla.
Bir de eğimli sokaklarda ya da garaj girişlerinde poşetlerden kızak yapıp kayardık arkadaşlarla; sonra da o yokuşu geri çıkamaz ve neredeyse her deneyişimizde yere kapaklanır, kendimizi yine garaj kapısının dibinde bulurduk. 
Düştükçe gülerdim, hem de katıla katıla gülerdim. 
Hala süper kahramanlara inandığım zamanlardan bahsediyor olsam gerek, çünkü hiç korkmazdım orada mahsur kalmaktan. 
Artık ne öyle güzel kar tutan kışlar var, ne de bahçelerinde oynamamıza izin verecek sevimli insanlar. 
Karnımı tuta tuta gülüşlerimi gülüşlerine kattığım arkadaşlarsa çoktandır sadece hatıralarda…
Dünya değişmiş, ben değişmişim, sevimli insanlar ölmüş, arkadaşlar gitmiş. Süper kahramanlar bir bir yok olurken ben de birçok şeyden korkar olmuşum.

Ne zaman bilmiyorum; büyümüşüm.
Ben büyümüşüm, biz büyümüşüz ve kirlenmiş dünya.
Biz kirlenmemiş miyiz? Biz kirletmemiş miyiz?

Evet, büyümüşüm ama hala bilmiyorum, ne zaman büyüdüm ben?
Tadını beğenmesem de sırf rengi güzel diye yediğim yeşil bonibonları yemeyi bıraktığımda mı büyüdüm?
Elma şekerini bir şarkının klibine terk ettiğimde mi büyüdüm?
Gözlerimi devirmemeyi ya da içime ata ata biriktirmeyi öğrendiğimde mi büyüdüm?
Yoksa kemiklerim kırılmış da ciğerim eziliyormuş ve kalbim çokça acıyormuş gibiyken,  “hiçbir şey yok” oyununu oynamayı keşfettiğimde mi büyüdüm?

Ne zaman büyüdüm ben?
Canım hiç istemese de birilerine evet demeye başladığımda mı büyüdüm?
Hayatımın radyo kanalını başkalarınınkiyle karşılaştırıp onların frekansına ayarlamaya çalıştıktan ve bir türlü başaramadıktan sonra bundan vazgeçip de başkalarının müziğini kendi melodilerimle bastırmaya çalıştığımda mı büyüdüm?
En sonunda bir benden, bir de diğerlerinden çıkan seslerin uyumsuz ritmi karnıma ağrılar sapladığında mı büyüdüm?

Kırmızı balonum ne zaman elimden kaçtı, yaşlı ağacım ne zaman yanıp kül oldu, mavi kuşum ne zaman kayboldu?
Bilmiyorum.

Büyümek istedim mi, onu bile bilmiyorum...

21 Haziran 2014 Cumartesi 0 yorum
"…Yemek yerken birisi eczaneye girdiğinde utanarak "beraber olsun" demen. 
Her ağrı kesici alışımda "uykunu alıyor musun?" diye sorman. 
Saçımı her kestirmemde "berber enseyi güzel almış mı?" diye kontrol etmen. 
Parfümünün eczaneyi dolduran kokusu…
Sen dükkanın önünden geçerken, duyduğum ayak seslerin… 

Attığın her adım…
Aldığın her nefes. Kullandığın her hece. 

Bahşettiğin her gülümseme. 
Döktüğün her gözyaşı. 
Yolladığın her bakış… 
Saçının her teli. 
Elinin her parmağı. 
Gözündeki bütün kirpikler. 
Vücudundaki her hücre… 
Dünyadaki bütün ağaçlar sana oksijen üretmek için var Eda. 
Bütün iltifatlar seni selamlamak için. 
Bütün kelimeler seni tarif etmek için. 
Bütün yollar belki sen yürürsün diye. 
Bütün pencereler belki sen açarsın diye. 
Bütün insanlar… 
Bütün bitkiler, bütün denizler, bütün kıtalar… 
Dünya… 
Güneş… 
Evren… 
Her şey. 
Hepsi, her zaman senin için.”
9 Haziran 2014 Pazartesi 0 yorum












Ben, birlikte kıyıya sürüklediğimiz kayıktan 
Saflığımı ve sabrımı aldım tek 
Kalanları kumsala göm sen de 
Yaz boyunca 
Nasılsa her keder eksilir 
Kendini doldurarak 

Sardunyalarla konuşarak çoğalttım 
Aramızdaki ayrılığı 
Sayarak çoğalttığım günleri tamamladım 
Kirpiklerimin arasına çektiğim tülde 
Yağmur durdu ve şimdi kış bitiyor 
Oysa kimse yokmuş dışarıda 
İçim dışıma vuruyor 

Sardunyalara su vermekle unutamadığımız 
Şeymiş aşk: 
Alnından bir günaydın gibi düşürdüğün sabah, 
Sağ yanımda unuttuğun keder.
0 yorum
İstanbul bir sevdadır. Anlatılmaz.
Yani Nesrin Teyzemin İstanbul’uyla benim İstanbul’um aynı değildir.
Ya da bir sefilin İstanbul’uyla bir ayyaşınki.
Fabrikatör babasıyla mafya babasının…
Serçenin kanadına takılan İstanbulla balıkçının oltasına takılan istavritin İstanbul’u farklıdır mesela.
Çalgıcı Nebahatle Dalgacı Mahmut’un İstanbulları.
İş bulma umuduyla gelen çiftçi ve cuma geceleri evinde mangal partisi veren koca göbekli adamın koca memeli karısı farklı İstanbulların insanlarıdır.
Bir evin çatısının İstanbul’u farklıdır, arabanın güçlü ve sert tekerlekleriyle yaşamı son bulan kirpinin İstanbul’u farklı.
Diyeceğim o ki herkes ve her şey ölüm pahasına, sardunyalarıyla gelir bu şehre. Bir daha da gitmek istemez.
8 Haziran 2014 Pazar 0 yorum
Dünyanın en büyük finans şirketlerinden J.P. Morgan’ın CEO’su James Dimon’un, zengin koca avcısı bir kızın kendisine attığı bir e-mail’e verdiği cevap…
"Sayın Morgan,
Sizinle dürüst olacağım… Bu yıl 25 yaşına giriyorum. Çok güzelim, iyi bir stilim var ve kaliteli şeyleri severim. Yıllık geliri en az 500 bin dolar veya daha fazla olan bir adamla evlenmek istiyorum. Aç gözlü olduğumu düşünebilirsiniz fakat New York’ta yıllık geliri 1 milyon dolar olan insanlar maalesef orta sınıf sayılıyor.
Çok şey istemiyorum. Bu sizin sitenizde yıllık geliri 500 bin dolar veya daha fazla olan biri var mı? Hepiniz evli misiniz? Sormak istiyorum, sizin gibi zengin insanlarla evlenmek için ne yapmam gerek?
Bugüne kadar birlikte olduğum erkekler arasında en zengini yılda 250 bin dolar kazanıyordu. Central Park’ın batı yakasında, yüksek bütçeli rezidanslarda yaşamak isteyen biri için yıllık 250 bin dolar yeterli değil. Size alçak gönüllülükle soruyorum:
1) Zengin bekarlar nerede takılır? (Lütfen bar, restaurant, spor salonu, kulüp, vs… gibi mekanların isimlerini ve adreslerini yazar mısınız.)
2) Hangi yaş kategorisine odaklanmalıyım?
3) Çoğu zenginin eşleri neden ortalama güzellikte? Bir kaç kızla tanıştım; güzel veya ilgi çekici değiller ama zengin erkeklerle evlenebiliyorlar.
4) Kimin karınız, kimin yalnızca sevgiliniz olabileceğine nasıl karar veriyorsunuz? Benim hedefim evlenmek. Zengin bir adamla evlenebilmek için ne yapmalıyım ?
Bayan Güzel”
Cevap:
"Sevgili Bayan Güzel,
Yazınızı büyük bir ilgiyle okudum. Tahmin ediyorum ki sizin gibi aynı soruları soran pek çok genç kız var. Lütfen profesyonel bir yatırımcı olarak durumunuzu analiz etmeme izin verin. Benim yıllık gelirim 500 bin doların üzerinde, sizin kriterlerinize uyuyor, bu sebeple zamanınızı boş yere çalmadığımı umut ediyorum.
Bir iş adamı gözünden bakarsak, sizinle evlenmek kötü bir fikir. Nedeni ise çok basit, lütfen açıklamama izin verin… Detayları bir kenara bırakırsak, yapmaya çalıştığınız şey “güzellik” ile “para” ikilisini takas etmek: A kişisi güzelliği sağlar, B kişisi de bunun için ödeme yapar, gayet adil. Fakat burada ölümcül bir problem var; sizin güzelliğiniz kaybolacak ama benim param iyi bir sebep olmadıkça tükenmeyecek. Aslına bakarsanız, benim gelirim yıldan yıla artabilir, ancak siz yıldan yıla güzelleşemezsiniz. Bu sebeple, ekonomik açıdan bakarsak, ben değer kazanan bir varlıkken siz değer kaybeden bir varlıksınız. Hem de sıradan bir değer kaybı değil, katlanarak artan bir değer kaybı. Eğer güzellik sizin tek varlığınızsa, değeriniz 10 yıl sonra çok daha düşük olacak.
Wall Street’te kullandığımız bir terimden yola çıkarsak, sizin için “takas pozisyonu” diyebiliriz, “satın al ve bekle” değil. Sizi satın almak iyi bir fikir değil, bu sebeple kiralamayı tercih ederim. Çünkü alışveriş değeri düşen bir şeyi uzun süre elde tutmak hiç de akıllıca değildir. Şüphesiz; aynı şey sizin istediğiniz evlilik için de geçerli.
Bu yazdıklarım size zalimce geliyorsa bir de şöyle düşünün; tüm paramı kaybetseydim, beni terk etmez miydiniz? Aynı şekilde güzelliğinizi kaybettiğinizde, benim de çıkış yolunu bulmam gerekmez mi?
Yıllık geliri 500 bin doların üstünde olan insanlar aptal değil; sizinle yalnızca çıkarız ama evlenmeyiz. Size, zengin bir adamla evlenme fikrini unutmanızı öneririm. Bu arada, yılda 500 bin dolar kazanan o zengin siz olabilirsiniz. Zira o kadar parayı kazanmak, zengin bir aptal bulabilme ihtimalinizden daha yüksek…
Kolay gelsin;
J.P. Morgan
 
; Sayfa Başına Dön