Küçük kız, erkek kardeşinin elinden tutmuş ve onu sağ yanına almıştı.
Solundan geçen arabalardan korumak istercesine.
Yürüyorlardı…
Yürüdükleri yol taşlı bir yoldu.
Köye yeni gelmiş olmalarının hüznü,
çekimserliği ve sevinci vardı gözlerinde,
ellerinde ve ayaklarında.
Kimseyi tanımıyor, kimseyle konuşamıyorlardı.
Küçük kız aklında 2 ekmeği tutmuştu,
erkek kardeşinden de 2 kilo şekeri tekrarlamasını istemişti.
Bakkala girdiler.
Annelerinin istediği şeyleri aldılar.
Bakkaldan çıktılar.
Ekmek hafif diye erkek kardeşine verdi küçük kız,
şekeri kendi aldı ve geldikleri yolu tersine yürüdüler.
Bu kadar...
Büyümek zorunda değildi.
Kardeşinin elini tutmak onun için en güzel,
en tarifi imkansız şeydi.
Yalnız değildi bir kere!
Elini tuttuğu kardeşi vardı, bahçeleri vardı,
söğüt ağacı vardı, tayları ve atları vardı, çardakları vardı…
Mutluluk nedir bilmiyordu.
Mutluluk bunlarmış.
Mutluluk söğüt ağacının altına gidip dallarıyla oynamak,
kardeşinin elini tutup bakkala gitmek,
çok yağmur yağdığı zaman cama başlarını yaslayıp
‘’Allah’ım anneannem evinde yalnız onu koru’’ diye dua etmek,
gelecekte neler olacağını düşünmemek…
İşte oracıkta ölebilmeliydik.
Daha fazla ilerlemeden hayatta.
0 yorum :
Yorum Gönder