Eve hoş bir koku siner diye düşünür, kömür sobasının üzerine mandalina kabukları dizerdi annem. Öncesinde akşam yemeği. Çorba, mercimek ve soğanlı akşam yemeğimizi dizlerimizin üstüne oturur yer sofrasında yerdik. Annem tenbihlerdi, örtüyü dizlerinizin üzerine çekin ki, ekmek kırıntıları dökülmesin. Eh sabahları zeytin peynir ve illaki salçalı ekmek çaylı kahvaltı sonrası pek tabi acıkmış olurduk. Her sabah salam sucuk yiyemedik ondan dolayı salçalı ekmeği sevmiştim. Pazar sabahları sucuklu yumurta, benim için bayram demekti. Gerçi söz dinlerdim. Yer sofralı yemek vakitlerimizde Trt2'de Marianna adında bir Brezilya dizisi oynardı. Annem her bölümünü takip ediyordu. Ben de izlerdim Beto'ya sinir olurdum, Marianna'yı üzüyor bir de annemi ağlatıyor diye. O günler sabah erkenden güç bela anca hazırlanır, önlüğümü giyer okul yolunu tutardım. Annem koca gün temizlik, yemek, bulaşık, bakkal, manav, pazar alışverişi, çamaşırlar, faturalar derken bizden fazla yorulur, ben okuldan geldiğimde tatlı bir tebessümle beni karşılayıp yarım bıraktığı işlerine kaldığı yerden devam ederdi.
Benim o yıllardaki işim, kendimi sokağa atıp çılgınca yorulmaktı. Yorulup eve döndüğümde, bir leğen içinde annem beni yıkar ve pijamalarımı giydirirdi. Akşam güzel bir film kollardım, erken yatmamak için “hadi nolurrr baba, anne daha uykum yok yaaa” diye diye annemle babamı ikna eder, televizyon karşısına kurulurdum. Kah Geleceğe Dönüş, kah Karate Kid oynardı beyaz camda. Bir geçmişim olmamasına rağmen, zamana yolculuk eden Dolorain'e atlayıp yolculuk yapmanın hayalini kurardım. Bazen akşamki filmden gördüğüm karate hareketlerini sokaktaki arkadaşlarımın üzerinde denerdim.
Kitapları da çok severdim. Kimi zaman Don Kişot olur, yel değirmenleriyle savaşırdım, kimi zaman Küçük Prens'tim, kimi günler Şeker Portakalı'ndan Zeze. Bazı zamanlar, Tom Sawyer, Oliver Twist. Çizgi romanlara da meraklıydım. Ten-ten, Red Kit, Zagor en çok sevdiklerimdi. Çizgi film saatim kimse bana dokunmazdı. Sırasıyla Voltron, He-Man, Şirinler ve Huckleberry Finn'i izlerdim.
Derslerime hiç çalışmadan bütün yazılılardan iyi notlar alır ve yaz tatili için mutlaka bisiklet isterdim anne ve babamdan. Onlar tamam alırız gibisinden bir takım kelimeleri ağızlarında yuvarlarlar ancak yaz geldiğinde nedense bisikletim hiç olmazdı. Hiçbir zaman da olmadı. Rivayet, ana caddede ben yaşlarında bir kız çocuğunu bisikletiyle dozer ezmiş ve bu yüzden almamışlar.
Misafirlerimiz çok olurdu ve çok sık bizi ziyaret ederlerdi. Temiz kıyafetler giydirirdi annem bana, konuklar gelmeden önce, evde et pişer, pilavı, salatası, tatlısı, kolası ziyafet hazırlanırdı. Ben en çok misafirlerin geldiği akşamlar doyardım. Bazı günler, anneme bu akşam misafir gelecek mi diye sorduğum olmuştur.
Sokakta koşarken düştüğümde anneeeee diye ağlar, benden bir kaç yaş büyük çocuklar yolda önümü kesip beni dövdüklerinde dayağı yer, annne diye feryat eder ve çocuklara sizi anneme şikayet edicem diyerek meydan okurdum, yediğim dayağın üstüne. Okul başka bir dünyaydı, ama hayat sokaklardı. Okul ertesi akşama kadar sokaktan içeri girmezdim ve illaki sürekli yara bere içinde eve dönerdim. Yaz ayları yara berelerimi babam görürse kızar diye ve saklamam için annem şort giymeme müsaade etmez, pijamalarımı giydirirdi, sinir olurdum.
Günler çok kısa, geceler çok uzundu o yıllar. Abim ile çatıda güvercin uçurur, sokağın sonundaki toprak sahada sokaktan arkadaşlarımla arka sokağın çocuklarıyla akşama dek koştururduk. Pazar sabahları kovboy filmleri izlerdik babamla. Annemle salı günleri okul çıkışımdan sonra pazara gider ve elime taşımam için sebze dolu bir poşet verdiğinde, kendimi gururlu hissederdim, yardımcı oluyorum ev işine diye. İlkokul zamanları okumayı ilk ben sökmüş, kırmızı kurdele aldığım gün, babam keyifle aferin akıllı oğlum diyerek o akşam rakı almıştı. Babam keyifle rakı kadehinden yudumlanırken ben yanında elma mandalinalı kokteyl tabağına uzanıyor, en çok elma dilimlerini sevdiğim için, elmalara abanıyordum.
Haziran ayıydı hiç unutmuyorum, kaldırımda yürürken önümdeki elektrik direğine bodoslama çarpmış ve başımı yarmıştım. Başım yarıldığı gün, annem bayılmıştı. Kanlar kafamdan şakaklarıma oradan yanaklarıma süzülürken gördüğünde beni. Doktora gittik, kafama dikiş 7-8 dikiş atıldı. Beyaz bir kurdele kafamda doktordan çıktık. Dikişler alınana kadar okula gitmemiştim.
Hayatı, hiç bitmeyecek sandığım günlerdi o günler. Kaybolan yıllar. Çok sonra Sezen Aksu'yu keşfettim ilk gençliğimdi sanırım.. Bir şarkısında diyordu ki;
"Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler,
şimdi bana yeniden bir ömür vadetseler,
tek bir söz söylemeye bile hakkım yok.”
Hakkım yoktu, zira çocukluk denilen o rüya ile masal arası vakitler çoktan, bitmişti. Bir daha hiçbir zaman geri dönmeyecek olan günlerdi hafızamda.
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
0 yorum :
Yorum Gönder