Konuşma, Rabb'imizin insanoğluna bahşettiği önemli bir nimettir.
Kelimeler çıkararak kompleks konuşma, hayvanlarda olmayan sadece insana
has bir fonksiyondur. Hayvanlar arasında da ses çıkarma ve kendi varlık
seviyelerine has hatta bazı hususlarda insandan daha ileri haberleşme
sistemleri vardır. Ancak bu kelimelere mânâlar yükleyerek ve bunları
sembolleştirerek duygu ve düşüncelerini ifade edecek tarzda insanlara
has konuşma kabiliyeti ile kıyaslanamayacak kadar farklıdır.
Kompleks
süreçler neticesinde ortaya çıkan konuşma fiilinin yürütülmesinde mühim
bir merkez olarak beyin kabuğumuz (korteks) vazife görür. Konuşma
işinin sebeplerinden birisi olan beyin kabuğu alanı, insanlarda
hayvanlara göre çok daha geniş yaratılmıştır. Bu geniş sahadaki
nöronlar, insana has entelektüel vazifeler için hususî olarak
programlanmıştır. Bilginin depolandığı beyin bölümlerinden biri bu
kısımdır. Kelimelere dayanan hafızamızın mühim bir kısmı burada
olduğundan, düşünce burada üretilmektedir, diyebiliriz. Dokunma, görme,
işitme, tat ve koku gibi vücudun dışından alınan duyulara ait sinyaller,
beynimizin farklı merkezlerinde işlendikten sonra, son olarak kortekse
gelmekte ve burada yorumlanmaktadır. Hafızada kayıt altına alınan
dokunduklarımız, işittiklerimiz ve gördüklerimizi yorumlama ve yeni
bilgiler üretmede kullanabilmek için hatırlama dedeğimiz yeni bir
süreçle o bilgilere kolayca ulaşabilmemiz gerekir; ancak bundan sonra
dış uyaranlara nasıl cevap vereceğimizi kararlaştırabiliriz. Öğrenmenin
birinci basamağı hafıza ile yakın münasebet içinde olup, ruhumuzdan
başlayan meyelanla gelişen hâdiseler beynimizin korteks bölgesinde
sahneye konulur.
Sebepler plânında korteksimiz sağlam değilse,
konuşma kabiliyetimizi ortaya koyamayız. Normal bir konuşma için bir
bilgi deposu olan hafızaya kesinlikle ihtiyacımız vardır.
Beyinde konuşma merkezleri
İnsan beyin korteksinde konuşma sürecinde rol verilen birbiri ile irtibatlı iki alan vardır.
Wernicke
alanı: Dış dünyadan (görme, işitme vs.) ve içimizden (ağrı, sancı)
gelen duyularımıza ait bilgilerin yorumlandığı bu alan, temporal lop
(şakak bölgesinin) üst çıkıntısındaki işitme alanının arkasında bulunur.
Konuşma için, önce herhangi bir duyu organımızdan, beyin korteksimize
gelen bilgilerin alınması, kendi içinde yorumlanması ve daha sonra diğer
duyulardan gelen bilgilerle karşılaştırılarak tekrar yorumlanması
gereklidir. Görme ile ilgili bilgiler önce artkafa bölgemizde (occipital
kortekste) bulunan görme merkezine gelir ve burada yorumlanır. Daha
sonra tekrar yorumlanmak üzere Wernicke alanına iletilir. İşitme ile
ilgili bilgiler önce şakak bölgesinin (temporal lob) üst kısmında
bulunan işitme alanına gelir ve burada yorumlanır. Elde edilen entegre
bilgi Wernicke alanına gönderilir. Dokunma ve ağrı ile ilgili bilgiler
önce yan kafa loblarının (parietal loblar) ön kısmında bulunan dokunma
alanına gelir ve burada yorumlanır. Dokunma duyusuna ait bu işlenmiş
bilgiler de yine Wernicke alanına iletilir. Netice olarak bütün
duyuların, hafızadaki eski bilgilerle karşılaştırılıp yorumlandıktan
sonra Wernicke alanına iletildiğini söylemeliyiz. Burada bütün bilgiler
yeniden yorumlanmakta ve konuşma esnasında kullanılacak kelimeler burada
seçilmektedir. Seçilen kelimeler mânâlı bir şekilde burada
dizilmektedir. Konuşma için kelime hafızasının zenginliği çok önemlidir.
Tıp dilinde konuşma bozukluğuna 'afazi' adı verilir. Görme
duyularının yorumlandığı artkafa bölgesi harabiyetinde, yazılan
kelimeleri anlama kabiliyeti ortadan kalkar, buna görme idrak bozukluğu
(afazisi) denir. İşitme duyularının yorumlandığı şakak lobu
harabiyetinde de konuşulan kelimeleri anlama kabiliyeti ortadan kalkar.
Buna da işitme idrak bozukluğu (afazisi) denir. Eğer Wernicke alanı
tahrip olursa, konuşulan veya yazılan kelimeler tek tek algılansa da,
ifadeler bir bütün olarak, düşünce ifade edecek şekilde yorumlanamaz.
Buna da Wernicke afazisi denir. Bu kişilerin aslında motor konuşma alanı
sağlamdır. Ancak yorum yapamadıkları için kelimeleri dizemezler ve
konuşamazlar.
Broca alanı: Bu kısım motor konuşma bölgesidir. Bu
bölge beynin alın (frontal) kısmının korteksinin arka tarafında bulunur.
Kelimelerin ve kısa cümleciklerin ifadesi için motor kalıplarının
oluşturulduğu bu bölgeye, Wernicke alanından gelen sinyallerle
yorumlanan ve sentezlenen düşünceler aktarılır. İşte Broca alanı bu
düşüncelerin kelimelere dökülmesinde ve bu dizilmiş kelimelerin ses
tellerimize iletilmesinde rol alır. Broca alanını hükümet sözcüsüne
benzetebiliriz. Nasıl ki sözcü, bakanlar kurulunda alınan kararları en
son hâliyle halka ilân eder. Ancak bu kararların son hâline ulaşılıncaya
kadar birçok iş yapılmıştır ve son hâlini vermek kolay olmamıştır. İşte
Broca alanına en son kararın getirilmesi işlemi, sebepler açısından çok
kompleks sistemlerin çalışmasını gerektirmektedir.
Eğer Broca
alanı tahrip olursa, kişi söylemek istediğini bilir ve buna karar verir,
ancak kelimeleri seçemez, mânâlı konuşma yapamaz ve anlamsız sesler
çıkarır. Buna motor afazi veya Broca afazisi denilmektedir. Broca
alanından gönderilen sinyaller vasıtasıyla ses telleri, gırtlak,
dudaklar, ağız, solunum sistemi ve konuşmada rol alan bütün diğer
yardımcı kaslar çalıştırılarak düzgün konuşma ortaya
çıkarılabilmektedir. Buraya kadar söylediğimiz bilgiler ışığında şunu
ifade edebiliriz: Ses telleri sağlam ve konuşma için yeterince sağlıklı
olsa da, beynimizdeki Wernicke ve Broca alanları hatta görme ve işitme
ile ilgili yorum alanları sağlıklı değilse konuşma mümkün olmaz.
Gırtlak
Gırtlakta
iki ses telimiz vardır. Bu telleri sazın tellerine benzetebiliriz. Bu
tellerin titreştirilmesi ile ses çıkarılmaktadır. Normal solunum
sırasında, ses telleri havanın kolayca geçebileceği şekilde gevşektir.
Bu teller ses çıkarma esnasında kasılarak birbirlerine yaklaşır ve hava
dışarı çıkarken titreşir. Ses tellerinin kasılmasında Broca alanından
gelen elektrik sinyalleri rol oynar.
Konuşmadaki vurgulamalar,
zamanlama ve ses şiddetindeki değişiklikler; ağız, dil, yumuşak damak,
gırtlak (larinks) ve ses tellerinin kas hareketleriyle birlikte arka
arkaya çok mükemmel bir koordinasyonla ortaya çıkarılmaktadır. Ağız,
dudaklar, yumuşak damak ve dilin hareketleriyle sese yön verilmekte,
sesler harflere ve kelimelere dönüştürülmektedir. Motor korteksten gelen
sinyallerle bu bölgede vazifeli bütün kaslar kasılırlar. Ancak
beyincik, iskelet kaslarındaki hareketlerin koordinasyonuyla
vazifelendirilmiş sinir düğümleri (basal ganglionlar) ve duyular yoluyla
gelen sinyallerin değerlendirilmesiyle vazifelendirilmiş korteks
bölgeleri, kendilerine verilmiş ilâhî programa uyarak konuşma sırasında
kasların kasılma sıralarını ve kasılma şiddetlerini kontrol edecek
şekilde iş görürler. Dolayısıyla beyincik, bazal ganglionlar ve duyu
korteksindeki harabiyetlerde konuşma kabiliyeti kısmen veya tamamen
bozulabilir.
Rezonatör yapılar
Son
olarak solunum yolları ve akciğerlerin oluşturduğu boşluk, yutak
(farinks) boşluğu ve burun etrafında bulunan kafatasına ait kemik
boşluklar (sinüsler) sesin rezonansında vazifelendirilmişlerdir.
Gözlerin hemen üzerinde alın boşlukları (frontal sinüsler), burnun iki
yanındaki üstçene kemiği boşlukları (maxiller sinüsler) ve burnun arka
kısmında bulunan (sfenoid) sinüslerdeki anormallik ve hastalıklarda
sesin kalitesi bozulur. En basitinden bir üst solunum yolu iltihabında,
faranjit denen yutak iltihabında ve sinüzit denen sinüslerin iltihapla
dolu olduğu durumlarda, sesin kalitesinin nasıl bozulduğunu hepimiz
biliriz.
Netice olarak konuşmanın beyinde ve solunum sisteminde
birçok yapıyı ilgilendiren karmaşık bir entelektüel faaliyet olduğunu
görüyoruz. Mânâlı bir cümle kurmamız için, yukarıda saydığımız beyin,
kafatası, gırtlak ve kaslara ait onlarca farklı yapı ve fonksiyon çok
kısa zaman aralığı içinde ardı ardına ve şaşırmadan düşünce ve
hislerimizi ifade etmek için seferber edilmektedirler. Konuşmaya
niyetlendikten sonra bütün bu sistemler irademiz dışında
çalıştırılmaktadır. Bu mükemmel işleyiş baş döndürücü bir hassasiyetle
devam ettirilmektedir.
Evrimciler, konuşmanın insana has bir
fonksiyon olmasından yola çıkarak, diğer hayvanların da bizim gibi
konuşacaklarını varsaymaktadır. Bu durumda hayvanların konuşabilmeleri
için konuşma işlemine katılan bütün bu sayılan yapı ve organların aynı
anda ve mükemmel şekilde evrimleşmesi gerekmektedir. Diyelim ki,
Wernicke alanı tesadüfen mutasyonla insanınki kadar mükemmelleşti, eğer
Broca alanı da aynı anda ölçülü ve maksatlı bir mutasyona uğramazsa,
yani tesadüfen ortaya çıkan bu mükemmel gelişmeye eşlik etmezse, konuşma
nasıl olacaktır? Bu soruların cevabını vermek mümkün değildir. Eğer
konuşma fonksiyonunu tam olarak anlayabilirsek, evrim teorisinin 'ilmî
bir gerçek' değil, inkârcılığın bir aracı olarak uydurulduğu ortaya
çıkacaktır.
Doğu Roma ve Osmanlı imparatorluklarının, hem yükseliş hem de çöküş dönemlerine
tanıklık eden, tarihinin en önemli dini eserlerinden biri olan Ayasofya; gerek Bizans gerekse Türk kaynaklı pek çok efsaneye konu olmuştu. Ancak günümüzdeki Ayasofya'nın, burada yapılan ilk kilise olduğunu düşünmek bizi yanıltır. Tarihçi Sokrates'e göre 15 Şubat 360 tarihinde burada inşa edilen ilk kilise bir bazilikaydı ve eski bir Roma tapınağı üzerine kurulmuştu. M.S. 4O4'te yanan bazilikanın yerine yapılan ikincisi, İmparator II. Theodosios döneminde 10 Ekim 415 yılında ibadete açıldı. 13 Ocak 532 yılındaki ünlü "Nika İsyanı"nda bütünüyle yanan kilisenin yerine, aynı yıl, İmparator I.
Iustinianos'un (Jüstin-yen) emriyle günümüze kadar ayakta kalan Ayasofya'nın inşası başlatıldı.
Tarihçi Prokopios'a göre, Miletoslu Isidoros ve Trallesli Anthemios'un mimarlığını yaptığı
kilisenin inşaatında; yüz ustabaşı, bin usta, on bin işçi çalışmış; Suriye, Mısır, Yunanistan ve
Küçük Asya'dan gelen gemiler dolusu malzemeyle Ayasofya'nın inşaatı 5 yıl 10 ay ve 24
günde bitirilmişti. 27 Aralık 537'deki açılış törenine patrik Menas'la birlikte gelen imparator,
yapının güzelliği karşısında şöyle demekten kendini alamamıştı: "Bana böyle bir kiliseyi
yaptırma şansı verdiği için Tann'ya şükürler olsun."
Ayasofya ile ilgili Bizans efsanelerinden birinde ise, bu ünlü mabedin doğuşu gelecek
kuşaklara şöyle aktarılıyordu:
"Iustinianos Ayasofya'yı yaptırmak için en ünlü mimarları İstanbul'a davet etti, yaptıracağı
kilise için birer taslak çizmelerini istedi. Ancak çizilen hiçbir taslak imparatoru tatmin etmedi.
Bir gece üzgün ve umutsuz uykuya dalan Iustinianos, bir rüya gördü. Ayasofya'nm kurulacağı
arsada beliren nur yüzlü bir ihtiyar, sağına soluna bakınıyor, sonra da her köşede biraz durup
bekliyordu. Nur yüzlü ihtiyarın yanına giden imparator, onun elindeki gümüş levhayı görünce
şaşkınlığa düştü. Levhanın üzerinde çizili olan kilise resmi, onun hayalini kurduğu mabet idi.
Hemen tanrıya dua etmeye başlayan Iustinianos'un yanına gelen garip ihtiyar, elindeki gümüş
levhayı imparatora uzattı ve dedi ki 'Al bu resmi Iustinianos, kiliseni bu örneğe göre yaptır!"
Bizans efsanesi burada bitmez doğal olarak. İmparator, sevinçle tapınağın adını ne koyması
gerektiğini sorunca, "Ayasofya" der nur yüzlü garip ihtiyar ve anında kaybolur. İmparator,
sabahleyin kalkınca mimarını çağırır ve rüyasındaki mabedin resmini tarif ederek çizmelerini
ister.
Antik Roma kentinin yedi tepe üzerine kurulmasının, İmparator Büyük Konstantinos'u (Constantinus) çok etkilediği, İstanbul'u da Roma ya benzetmek amacıyla, yedi rakamına yönlendirdiği anlatılır. İmparator, bu yedi sayısını uğurlu ve kutsal sayıyordu. Sarayının ana salonu, 'Hepta Likhnos" yani "yedi kandilli" adını almıştı. İmparatoru korumakla görevli, "yedi kıta dan oluşmuş bir muhafız alayı vardı. Konstantinos, kendisini, çevresinde "yedi gezegenin dönüp durduğu güneş yerine koymuştu. Çemberlitaş üzerindeki heykeli de zaten bu durumu betimlemekteydi. İstanbul'un ünlü tepelerine gelince... Birinci tepe, bugün Topkapı Sarayı ve Sultanahmet Camii'nin yer aldığı yükseklikti (Akropolis). İkinci tepe, Çemberlitaş diye bilinen, Konstantin Sütununun bulunduğu bölge ve çevresi; üçüncüsü Beyazıt ve Süleymaniye alanıydı. İstanbul'un dördüncü tepesi, derin bir vadiyle yarılmış olan Fatih, beşincisi de Fenerin üst kısımlarında, Yavuz Selim Camii’nin bulunduğu bölgeydi. Altıncı olan Mihrimah Suttan Camii’nin yer aldığı Edirnekapı Tepesi uydurma, çünkü rakamı yediye yükseltmek için uydurulmuştu. Son tepe ise Marmara Denizine bakan yükselti, yani Cerrahpaşa sırtlarıydı.
Birbirinden farklı onlarca öyküye sahip olan bu efsanevi kule, aslında görünmez ve küçük bir adacık olan kayalığın üzerinde yükselir. Kuleye "Kızkulesi" adını Türkler verdiler. Daha önce Damalis, Leandros gibi isimlerle anılan bu şirin yapı, birçok efsaneye konu oldu. Bir rivayete göre, bir falcının baktığı falda, kızının yılan tarafından sokulacağını öğrenen imparator, sevgili evladını ölümden kurtarmak için bu adaya saklar. Ancak, gönderilen bir incir sepetinden çıkan yılan, yine de zavallı kızı sokar ve öldürür. Kızkulesi ile ilgili bir başka efsane, Hero ve Leandros adlı iki aşığın hazin öyküsünü dile getirir. Efsaneye göre Hero, Afrodit Tapınağı'na bağlı bir rahibeydi ve aşk ona yasaktı. Kızkulesi'nde yaşayan Hero'ya aşık olan Leandros, yüzerek her gece yüzerek adaya gelir, ona aşkını fısıldamış. Gece karanlığında güzel rahibenin yaktığı ateş Leandros'a yol gösterilmiş. Ancak, fırtınalı bir gecede rüzgâr meşaleyi söndürmüş ve Leandros yolunu yitirerek karanlık sularda boğulmuş. Bunu öğrenen Hero da kendisini Boğaziçi'nin soğuk sularına atıvermiş...
Bu efsanevi kule ile ilgili Osmanlı'nın da bir öyküsü olacak elbette. Bir başka efsane kahramanı olan Battal Gazi kuleyi basmış; tekfurun kızını ve hazinelerini alarak Üsküdar kıyısındaki atma atlayıp hızla oradan kaçmış. Eskiler derler ki "Atı alan Üsküdar'ı geçti" sözü buradan türemiştir...
Bunu biliyor muydunuz?
Bu kule, Bizans döneminde gözlemeyiydi ve gelen geçen ticaret gemilerinin kontrolü burada gerçekleştirilirdi. İstanbul'dan, Sarayburnu önlerinden bu adaya da bir zincir çekiliydi, tıpkı Halic'e gerildiği gibi! Türkler İstanbul'u aldıktan sonra, eski kule yıktırılıp yerine yenisi, ahşap olarak yapılmış. 1719da bu kule yanınca, bina yeni baştan ve taştan inşa edilmiş. 18. yüzyıl sadrazamlarından Hekimoğlu Ali Paşa, 1755 yılında Sultan III. Osman tarafından bu kuleye hapsedilmiş. I. Mahmut'un saray kızlarağası Beşir'in de boynu, Kızkulesi’nin. dalgaların dövdüğü kayalıklarında vurulmuş. 1839 Tanzimat Fermanının ilanından sonraki yıllarda bir süre karantina işlevi gören Kızkulesi, yakın zamanlara kadar deniz feneri görevi yaparken, günümüzde özellikle turistlere hizmet veren bir İstanbul güzelliği olarak hizmetini sürdürüyor.
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)