31 Temmuz 2015 Cuma
Zarlar senin elindeydi.
Yumruğunu zarları incitmemeye çalışarak sıkmıştın.
Karşında her zamanki masum,
çocuksu ve aval bakışımla ağzı açık durmuş
onları atmanı ve zarın göstereceği sayının
hayatımı belirlemesini bekliyordum.
Zarları yere bıraktın.
Zıplayarak yuvarlandılar ve kapının eşiğine çarparak durdular.
İkisi de tek gelmişti.
Şimdi papatyanın yapraklarını koparmaya
hangisinden başlayacağını sen belirleyecektin
ve nereden başlarsan onunla bitecekti.

Olmadı.
Eğilip yerden bir papatya kopardın.
Bu bendim.
Seviyor ile başladın.
Yere eğilip zarlardan birini çifte çevirdin.
Bu hileydi: dayanamazdım.

Cebimden kapının anahtarını çıkarıp kırdım.
Telefon kablolarını kestim.
Postacıyı öldürdüm.

Kesitler gerekiyor demiştim de o zaman yalan söylediğinin farkına vardım.
Kapıların kilitlerini değiştirdim.
Mavi anahtarı kullanmalıydın.
Şimdi dışarıda kaldın.
Suçlu gerekiyorsa ‘ben’ olurum.
Yitişler içerisinde konuşmayı unutmuşum.
Yeni sözcükler,
yeni kavramları getirdi.
Anlamsızlaşan diyalogların hepsi anlam kazanıyor,
birer monologa dönüştüğünde.
Kendi kendime konuşma alışkanlığımı senden almıştım,
iyi ki birini yabancılaştırmıyorum henüz.
Ama şunu da fark ettim ki sende bir şey bırakmamışım kendimden.
Derinliğini kestiremiyorsun unutulmuş umutların.
Aynı gülümseme var yüzünde, rengi bile hep aynı.

Mavi anahtarı kullan demiştim.
Kapıyı açmak için iki kişinin çabası gerekir.
Karşıtlığın olmadığı yerleri de söylemiştim.
Sürekliliği ben taşıyamam artık.

Postacının cesedini posta kutumda bulmalıydın.
Oysa ben mektup yazabilmek isterdim.
Ne yazık ki...

Bir turuncu kurşun kalemim bile yok.

"Hepimiz bir bataklıkta yaşıyoruz, ama bazılarımız yıldızlara bakıyor."
                                                                                                                   - Oscar Wilde 


0 yorum :

Yorum Gönder

 
; Sayfa Başına Dön