Tasavvuf ile tanıştığım ilk yıllarda bir şey öğrenmiştim. Bunu paylaşmak istiyorum. İnsan nefsi yaşayan evliyayı kabul etmez. Ama eski bilindik evliyaları kabul eder. Örneğin Mevlana hazretlerinin Allah’ın sevgili bir kulu olduğunu şimdilerde neredeyse kabul etmeyen insan yok. Müslüman demedim ki şu an Mevlana’nın fikirlerini Müslüman olsun Hıristiyan olsun hemen hemen her kesim benimsemiş durumdadır. Günümüzün Mevlana’sını bulmakta maharet ve bunu kabullenecek nefistedir ehemmiyet.
‘’Ümmetimin velileri ben-i İsrailin peygamberleri gibidir.’’ ve ‘’Alimler benim varislerimdir.’’ Hadislerini duydukça insanların yaşayan evliyalara neden inanmadıkları, nefislerinin neden kabul etmediklerini anlıyorum. Peygamberler nasıl bidat konusunda sorun yaşamışlarsa zamanın Mürşid-i Kâmilleri de bu sorunu yaşıyor. Haklarında atıp tutuluyor. Nefis ve şeytan onları yok saymak için elinden geleni yapıyor. Ama insan çok uzun yıllar sonra bunun farkına varıyor. Siz sanıyor musunuz ki zamanında Mevlana hazretlerini, Abdulkadir Geylanî hazretlerini zamanlarında şimdiki gibi evliya olarak tüm insanların kabul etiğini. Sanıyor musunuz o zaman insanlar onlara şimdikinden daha büyük saygı gösterdiğini. Elbette onlarında müridleri vardı. Çünkü onlar ben-i İsrailin peygamberleri gibiler. Hatta çoğu peygamberden de çok insanı irşad etmişler. Ama bir Mevlevi felsefesi bu zamanki gibi benimsense, ‘’Gel ne olursan ol yine gel’’ bu zamanki gibi değer görse insanlar daha çok kurtuluşa erelerdi. Bütün veliler ayaklarımın altındadır diyen evliyanın ayaklarının dibinde olsak kurtuluşu bulurduk elbette.
İnsan nefisleri bu zamanda velileri kabul etmemek için birçok sorun çıkarıyor. Mesela yine ilk yıllarda aklıma gelen vesvese şuydu: ‘’Bu mürşidlik babadan oğla geçiyor.’’ . İnsan aklıselim düşününce nefsine cevap verebiliyor. İnsanlar kafalarına takılan soruları ilk önce Kur-an’ı Kerime ardından Sünnet-i Seniyyeye ardından da ictinaya bakarlardı. Benim ise bu ilimlerim yok maalesef. Ben aklıselim düşünüp daha önce yaşananlara baktım. Dedim ki kendi kendime Hz. Yahşi ile Veysel Karani islamiyette derece nasıl kıyaslanamıyor. Birisi sahabe ama geçmişine bak. Peygamber efendimiz: ‘’Gözümün önünde durma, seni gördükçe amcam aklıma geliyor’’ dediği ve kendisi görmemeyi yeğlediği birisidir. Birisi tabiin, Peygamber efendimizin övdüğü, sevgisinin kokusunu uzaklardan aldığı, hırkasını hediye ettiği, naz makamı ile Peygamber efendimizin ümmetine mağrifet talep eden bir zattır. Arasında bu kadar fark görünürken Hz. Yahşi’nin makamının yanında Veysel Karani ayağının tozu olamıyor. Demek ki dünya gözü ile Peygamberimizi görmek, onun nazarında bulunmak bu kadar önemliymiş. Peki, bir Mürşid-i Kâmilin huzurunda, onun nazarında bulunan evladı kardeşi evliya olmayacakta üç ayda altı ayda bir huzuruna varan biz mi evliya olacağız. İnşallah biz de evliyaullah makamına ulaşırız ama onların nazarının altında büyüyenlerin hızında ve makamında değil. Yani anladığım kadarıyla bu iş babadan oğla değil dizinin dibinde, hizmetinde, ilim ile edep ile bulunca bir diğerine geçiyormuş.
İnsanların aklına daha ne vesveseler geliyor neler varın siz düşünün. Hatta boş verin düşünmeyin. Düşünüp de o vesvese sizin nefsinizi etkilerde siz de bu zamanın yaşayan Mevlana’sını görmemezlik edersiniz. Kurtuluşa eremezsiniz de boşa kürek çekip nefsinizi, şeytanı suçlar durursunuz.
"Alemi padişah olmak bir kuru kavga imiş, bir veliye bend olmak cümleden ala imiş." (Yavuz Sultan Süleyman Han Hz.)