Hayatta hep nasıhat ederle bize. Biz dinleriz bu nasihatları ve uygulamayız. Bir kulağımızdan girer diğerinden çıkar gider. Nasihatleri hep başımıza gelince hatırlarız. "Bak şu bana şöyle demişti, ne de haklıymış." gibi bir cümle kuranların sayısı hiç de azınsanacak kadar değil. Eğer yaşınız artık orta yaş sınırına gelmişte geçmiş ise zaten söylemişsinizdir. Nasihatten girdim konuya çünkü nasihat edene ve edilene pek yarar sağlayamayan bir olgu olduğunu düşünüyorum. Nasihatın tanımı bence; başına gelecek olayların birinin sana önceden söyleyerek o olayın neticesini anlatan kişiye bağlamaktır.
Kötü birşey midir? Kesinlikle hayır.
İyi birşey midir? Kesinlikle evet.
Çok gerekli midir? Olsa da olur olmasa da.
Nasihatlerden ders alıp almamak, öncesinde veya sonrasında tedbir almak bizim elimizde. Ama daha çok önemli olan birşey var bizde. O da dua'dır. "Dua müminin silahıdır." İnancımızın gereğidir dua. Bir yaratanın olduğuna inanan heerkesin sık sık yapması gereken bir olgudur. İbadetlerimizde, sevaplarımızda, yolda yürüken, uyurken, başımız beladayken, hatta ve hatta günap işlerke bile dua etmeliyiz. İsteyenin bir yüzü kara vermeyen(zenci)in iki yüzü misali biz isteyelim. İstediğimiz yer inançlarımızın temeli yüce Yaradan. Bizim yüzümüz kara olabilir hatta günaptan kalbimiz bile kapkara olabilir ama "O" bizi geri çevirmeyecektir. Biz isteyelim yeter. Verende "O" yapanda. Ama elbette bir karşılık verecek olanda "O". Ya bu dünya da ya öteki dünya da.
İnsanoğlu hep başı darlığa düşünce haturlar inançlarını. Sonra yalvarır yakarır. Baş darlıktan çıkınca aynı tas aynı hamam. Başımıza gelen felaketler bize birer ders olmalı ilerde anlatılacak nasihatler olmalı. Dua etmeliyiz her anımızda. İyi isek iyi olduğumuza kötü isek daha kötü olmadığımıza. Unutmamalıyız ki hayurda şer, şerde hayır vardır. Başımıza gelen hayır belki de bizim şer olacaktır. Çok sevinmemeliyiz. Başımıza gelen şer belki bizim için hayırdır çok üzülmemliyiz.Hep şükretmeli dua etmeliyiz. Kendimiz için çevremizdeler için tüm insanlık için hayırlar istemeliyiz. Yanında da hayırları hayırlısıyla istemeliyiz. Şer ile gelen hayırları da hayır olduğunu görecek basiret istemeliyiz.
Konunun başlığı olan ve isimlendirdmeyi şahsımın yaptığı bir hikaye ile konuyu örneklemek istiyorum.
Hayır mı Şer mi?
Bir gün okyanusta ilerleyen bir gemi kaza geçirerek battı. Gemiden sadece bir kişi sağ kurtuldu. Dalgalar bu adamı küçük ve ıssız bir adaya sürükledi. Adam ilk günler kendisini kurtarmasını için Allah’a yalvardı yakardı ve yardım bulurum umuduyla ufka baktı. Ama ne gelen var, ne giden…
Daha sonra rüzgârdan, yağmurdan vahşi ve zararlı hayvanlardan korunmak için ağaç dallarından ve yapraklardan bir baraka yaptı. Sahilde bulduğu, gemiden arta kalan konserve, pusula gibi eşyaları bu kulübeye koydu. Günler hep aynı şekilde geçiyordu. Balık tutuyr, pişirip yiyor ve ufku gözlüyor, kendisini kurtarması için Allah’a dua ediyordu. Bir gün içme suyu getirmek için adanın ortasındaki su kaynağına gitti, geri döndüğünde barakasının alevler içinde yandığını gördü. Duman dans ede ede göğe yükseliyordu. Başına gelebilecek en kötü şeydi buydu kendince. Keder ve öfke içinde donakaldı.
Şimdi bu ıssız adada, başını sokabileceği bir yer bile kalmamıştı. “Bu nasıl olur?” diye feryat etti.
O geceyi keder ve üzüntü içinde geçirdi. O kadar dua ettiği halde, başına bu olay geldiği için sitemler etti. Ertesi sabah erken saatlerde, adaya yaklaşmakta olan bir geminin düdük sesiyle uyandı! “Benim burada olduğumu nasıl anladınız?” diye sordu bitkin adam kendisini kurtaranlara.
Cevap onu hem şaşırttı, hem de utandırdı:
“Dumanla verdiğiniz işareti gördük!”
.........................................................................................................................................................................................................
Tasavvuf ehli başına gelen hayrın da şerrin de nerden geldiğini bilmeli. Şükretmeli, dua etmeli. Hem kendine etmeli, hem tüm insanlığa etmeli.
0 yorum :
Yorum Gönder