Fatih Sultan Mehmed'in Oğullarının Taht Kavgası
1481-1494, Anadolu, Mısır, Rodos, Fransa, İtalya
II. Mehmed, İstanbul'u alarak Bizans İmparatorluğuna son
vermiş ve tarihe
"Fatih" unvanıyla geçerken Osmanlı devletini
"imparatorluk" haline getiren
padişah olmuştu. Ayrıca büyük dedesi Yıldırım Bayezid'ın
Timur'a
yenilmesinden sonra Osmanlı devletinin karşı karşıya kaldığı
dağılma tehlikesi
ve on yıldan fazla süren "Fetret Devri" sırasında
şehzadeler arasında çıkan taht
kavgalarının bir daha tekrarlanmaması için "kardeş
katline" olanak tanıyan bir
"kanunname" de yapmıştı.
Nitekim daha sonra bu kanunnameye uygun olarak çok kan
dökülecek, saraydan
bir gün içinde 17 şehzadenin cesedinin çıktığına bile tanık
olunacağı zamanlar
gelecekti. Ama Fatih kendi oğullarına söz geçiremeyecek
ve Osmanlı tarihindeki
en ciddi, en uzun süreli ve uluslararası boyutlar kazanan
taht kavgası da
Fatih'in oğulları arasında meydana gelecekti. Cem Sultan
ile II. Bayezid
arasındaki mücadele tam 13 yıl sürecekti.
Aralık 1459'da Edirne'de doğan Cem Sultan ağabeyi
Bayezid'dan on iki yaş
küçüktü ama ondan daha yetenekli ve daha iyi yetişmişti.
Bir Türk beyinin,
Dulkadiroğlu'nun kızından doğan Bayezid, babası Fatih
henüz şehzade iken
dünyaya gelmişti. Bir Hıristiyan prensesi, Macaristan
Kralı Matyas'ın kuzeni
Sofya'dan olan Cem ise II. Mehmed "Fatih" unvanını
aldıktan ve imparator
olduktan sonra doğmuştu. Dinini değiştirmemesine rağmen
Çiçek Hatun adını
alan Sofya, II. Mehmed'in hareminde yönetimi ele almış ve
padişahın en sevdiği
karısı olmuştu.
Fatih, Sofya'ya o kadar düşkündü ve öylesine değer
veriyordu ki, Hıristiyan
olarak kalmasına ve dini inancının gereklerini Topkapı
Sarayı'nda sürdürmesine
izin vermişti. Kendisinin de yine bir Hıristiyan prensesinin
-Sırp Kralı
Brankoviç'in kızı Mara Despina'nın- oğlu olması Fatih'in
Cem'i daha çok
sevmesinde rol oynamış olabilir. 3 Mayıs 1481'de Gebze'de
son nefesini vermeden
önce Fatih'in "Benden sonra tahta geçecek olan
Cem'dir" dediği söylenir.
Yunanca ve Farsçayı çok iyi bilen Cem Fransızca ve İtalyancayı
da oldukça iyi
konuşuyordu. Farsçadan çeviriler yapıyor, müzik, edebiyat
ve felsefeyle
ilgileniyordu. Önce Kastamonu'ya daha sonra da ağabeyi
Mustafa'nın ölümü
üzerine de Konya'ya vali olarak atanan Cem'in ağabeyi
Bayezid'a göre yeniçeriler
ve halk tarafından daha çok sevildiği söyleniyordu.
Babaları öldüğü sırada Bayezid Amasya'da, Cem ise
Konya'da bulunuyordu ve
tahta Cem'in geçmesini isteyen Sadrazam Mehmed Karamani
Paşa hemen Cem'e
üç ulak, Bayezid'a de iki ulak göndererek durumu
bildirdi. Konya İstanbul'a
daha yakındı ama Topkapı Sarayı'nda Bayezid daha
örgütlüydü. Zaten
ölümünden önce Fatih'le oğlu Bayezid arasında dolaylı bir
iktidar mücadelesi
başlamıştı ve hatta Fatih'in Üsküdar'dan hareket ettiği
orduyla Bayezid'ın
üstüne yürüyeceği söyleniyordu. Daha önce bilinen bir sağlık
sorunu olmayan
padişahın birdenbire rahatsızlanarak ölmesi üzerine
zehirlendiği ve üstelik
Bayezid'ın adamları tarafından zehirlendiği de ileri
sürülecekti. Bayezid'ın
damadı ve Anadolu Beylerbeyi Sinan Paşa ulakların Cem'e
üç gün geç gitmesini
sağladı ve böylece daha erken haberi alan Bayezid
Amasya'dan hemen yola
çıkarak Cem'den önce İstanbul'a gelip padişahlığını ilan
etme fırsatını buldu.
Ama kendisini tahtın asıl sahibi gören Cem bu durumu
kabullenmeyerek
toparladığı bir orduyla Konya'dan yola çıktı. 28 Mayıs'ta
Bursa önlerinde
ağabeyinin gönderdiği orduyu yenerek Bursa'da hükümdarlığını
ilan etti. Kendi
adına para bastırıp, camilerde hutbe okutarak Osmanlı'da
ikili bir iktidarın
varlığını herkese kanıtlamış oluyordu.
Bu arada İstanbul'da kontrolü ele alan Bayezid iktidarını
pekiştirmek için
önemli adımlar attı. Cem'in destekçisi olarak bilinen
Sadrazam Mehmed
Karamani Paşa'ya karşı yeniçerileri kışkırttı ve onların
bazı haklarının elinden
alınmasının sorumlusu olarak gösterdi. Yeniçerilerin
sadrazamı katletmesi
üzerine hem Cem'in önemli bir destekçisinden kurtulmuş,
hem de Yeniçerileri
kendi yanına kazanmış oluyordu.
Bayezid, ulema ve vakıf sahibi güçlü aileleri de yanına
alacak tarzda davrandı.
Zaten Fatih'in ölümüne giden olayların nedenleri arasında
gösterilen vakıf
arazilerine ve mallarına el konulmasından vazgeçileceğini
ve bunların eski
sahiplerine verileceğini ilan ederek kardeşiyle arasındaki
iktidar savaşının
sonucunu tayin edecek bir adım da atmış oldu.
Böylece konumunu güçlendiren Bayezid büyük bir orduyla
Bursa'daki Cem'in
üzerine yürüdü. Kardeşkanı dökülmesini istemediğini
söyleyen Cem, Bayezid'la
anlaşmanın yollarını arayarak Anadolu topraklarının
Bayezid'a, Rumeli
topraklarının ise kendisine bırakılacağı ikili bir
yönetim önerdi ama kabul
edilmedi. 20 Haziran 1481'de Bursa önlerinde yapılan savaşı
Cem kaybetti ve
böylece fiilen ikili iktidar durumuna da son verilmiş
oldu. Cem'in Osmanlıların
ilk başkentindeki saltanatı ancak 20 gün sürebilmişti.
Cem savaşı kaybetti ama taht üzerindeki iddiasını,
Fatih'in meşru varisinin
kendisi olduğu yolundaki inancını kaybetmedi. Savaş alanında
ele geçirilemeyen
Cem annesinin ve ailesinin bulunduğu Konya'ya gizlice ulaştı
ve buradan da
hemen yola çıkarak Kahire'ye Memluklara sığınmayı başardı.
Eylül ayı
sonlarında ulaştığı Mısır'da Memluk Sultanı Kayıtbay
tarafından törenle
karşılanan Cem Sultan için artık uzun yıllar sürecek bir
sürgün hayatı
başlamıştı.
Oysa Cem'in tek düşüncesi yeniden Anadolu'ya dönüp bir
ordu toparlayarak
İstanbul'a yürümek ve gasp edildiğine inandığı tahtını
ele geçirmekti. Bunun için
Kayıtbay'ın mali desteğine ihtiyacı vardı ve Osmanlılarla
ihtilafı olan Memluk
Sultanının da Cem'e ihtiyacı vardı. Bu taht kavgasında
Osmanlıların
yıpranacağını hesaplıyor, Cem'in kazanması durumunda ise
kendisine dost olan
bir sultanın İstanbul'da olması tabii ki işine geliyordu.
Kayıtbay destek sözü verdi ama önce yaklaşan Hac zamanını
değerlendirmesini
ve Mekke'ye giderek hacı olmasını önerdi. Böylece bütün
Müslümanlar gözünde
itibar kazanacaktı. Nitekim Cem de bu öneriyi akıllıca
buldu ve binlerce
taraftarından oluşan görkemli bir kafileyle Mekke'ye
giderek Osmanlı
hanedanından İslamın kutsal topraklarına giderek hacı
olan ilk kişi oldu.
Gerçekten de bu durum İslam dünyasında Cem'in itibarını
ve desteğini artırdı.
Kahire'ye döndükten sonra ailesini Kayıtbay'ın yanında bırakarak
yeniden
Anadolu'ya doğru yola çıkan Cem Suriye üzerinden Adana'ya
geldi ve 14 Mayıs
1482'de Karaman beyi Kasım'la buluştu. Karamanlıların yanı
sıra Bayezid'a
karşı olan güçlerden bir ordu meydana getiren Cem
Ankara'ya doğru yürüdü ve
kaleyi kuşattı. Ancak Bayezid'in büyük bir orduyla
üzerine gelmesi üzerine
kuşatmayı kaldırdı ve Alaşehir'e doğru çekildi.
Kuvvetleri dağılmıştı ve artık
canını kurtarmaktan başka yapabileceği bir şey yoktu.
Çareyi Rodos şövalyelerine sığınmakta buldu. Şövalyelerin
lideri Pierre
d'Aubusson'la yapılan anlaşmaya göre adada özgür olacak
ve istediği zaman
adadan ayrılabilecekti. Güneyden Anadolu'dan ülkeye
girerek şansını deneyen
ancak kaybeden Cem bu kez Batı'ya giderek, kendisine
destek olacağını söyleyen
dayısı Macar Kralı Matyas'la buluşmayı ve Rumeli'den
ilerleyerek tekrar şansını
zorlamayı düşünüyordu.
20 Temmuz 1482'de geldiği Rodos'ta uzun süre kalmaya
niyeti yoktu. Saint-Jean
şövalyeleri ise Cem'i mümkün olduğunca uzun süre
ellerinde tutmak ve böylece
hem Osmanlı hükümdarının adaya saldırmasını engellemek ve
ondan para
sızdırmak, hem de Hıristiyan dünyası üzerinde etkili
olmak istiyordu.
Avrupa'daki her kral Osmanlı hükümdarının korkulu rüyası
olan böylesi bir
tutsağa sahip olmak için her şeyi yapabilirdi. Balkanları
ele geçirip Orta
Avrupa'ya doğru yayılmakta olan Osmanlıları ve İslam'ı
durdurmak için Cem
Sultan çok iyi bir araç olarak görülüyordu. Bunu başaran
kral ise hiç kuşkusuz
Avrupa'nın hakimi olurdu.
Gerçekten de 1 Eylül'de Rodos adasından gemiyle yola çıkan
Cem Sultan ve
kendisini terk etmeyen bir avuç adamı Ekim ayında Fransa
kıyılarına, Nice
şehrine ulaştılar. Cem'in bundan sonraki yedi yılı bazen
kısmen özgür, bazen de
iyice ağırlaşan tutsaklık koşulları içinde Rodos şövalyelerinin
yönetiminde
bulunan Fransa'nın Akdeniz kıyılarındaki şatolarda
geçecekti.
Bu arada bir Fransız asilzadesinin Philippine adlı bir kızıyla
kısa süreli bir aşk
yaşadığı ve daha sonra ondan bir oğlu olduğu da söylenir.
Ellerindeki değerli
tutsağı kimseye kaptırmamaya çalışan Saint-Jean şövalyeleri
Bourganeuf'da
onun için özel bir kule bile yaptırdılar. Batılılar Cem
Sultana "Zizimi" dedikleri
için hala "Zizimi Kulesi" diye bilinen bu özel
hapishanede Fatih'in oğlu iki yıldan
fazla kaldı.
Bu arada İstanbul'daki ağabeyi Bayezid tabii ki hiç de
huzurlu değildi ve
yaşadığı sürece tahtı için bir tehlike olacak Cem'i
ortadan kaldırmak veya en
azından serbest bırakılmamasını sağlamak için elinden
gelen her şeyi yapıyordu.
Cem'i elinde tutanlara yıllar boyunca her ay 40 bin düka
altın rüşvet verirken bir
yandan da onu öldürtmek için her yolu deniyordu. Cem
gerçekten de Hıristiyan
dünyası karşısında elini kolunu bağlıyordu.
Cem'i destekleyenleri kendi yanına çekmeye çalışıyor,
siyasi ödünler veriyor,
anlaşmalar yapıyor, hükümdarları satın almaya uğraşıyordu.
Fransa Kralı XI.
Louis'nin çok dindar olduğunu öğrenince Cem'i kendisine
teslim etmesi için
Topkapı Sarayı'nda bulunan Hıristiyanlık için kutsal
emanetlerden "Vaftizci
Yahya'nın elini" ve "İsa'yı öldüren mızrağın
parçasını" krala vermeyi teklif etti.
Ancak hasta ve yakında öleceğini düşünen kral bir
kafirden bunları kabul
etmeye yanaşmadı.
Hıristiyan dünyasının ruhani lideri Papa VIII.
Innocentius da Cem'i elde etmeye
çalışıyordu. Osmanlılara karşı bir haçlı seferi
düzenlemeyi düşünen Papa, Cem'i
de ikna ederse Türkleri Avrupa'dan atacağına inanıyordu.
Nitekim uzun
uğraşlardan sonra Saint-Jean şövalyelerinin lideri Pierre
d'Aubusson'u kardinal
yaparak Cem'in Roma'ya verilmesini sağlayacaktı.
Mayıs 1489'da Roma'ya gelen Cem, burada daha özgür olacağını
ve Macaristan'a
geçme olanağını bulacağını umuyordu. Ancak Papanın Hıristiyan
olma davetine
şiddetle karşı çıkınca yaşamı yine Rodos şövalyelerinin
elindeki gibi sürüp gitti.
Bu arada 6 Nisan 1490'da dayısı Macar Kralı Matyas da
ölünce artık Cem'in
Rumeli üzerinden İstanbul'a yürüme hayalleri de sönüp
gidecekti.
Siyasi emelleri için Cem'le yakından ilgilenen son
hükümdar Fransa Kralı VIII.
Charles oldu. Kudüs üzerine bir sefer yapmak niyetindeki
Charles, VIII.
Innocentius'un ölümü üzerine 27 Eylül 1492'de yeni Papa
olarak seçilen VI.
Alexandre'ın Cem'i ağabeyi Bayezid'a teslim etmek için
pazarlık yaptığını
duyunca 31 Aralık 1493'de Roma'ya girdi ve Cem'i kendi
himayesine aldı. Fransa
Kralı ile birlikte İtalya'dan yola çıkan Cem yolda
hastalandı ve 24 Şubat 1494'de
Napoli'de öldü.
Henüz 35 yaşında hayata veda eden bu talihsiz şehzadenin
ani ölümü
zehirlenmiş olduğunu gösteriyordu. Ama bu konudaki esrar
perdesi tam olarak
aydınlanamadı. Bayezid'ın görevlendirdiği casuslardan
birinin berber kılığında
Cem'in yanına kadar gittiğini ve bir tıraş sırasında
usturasıyla kanına zehir
karıştırdığı söylentisi en çok üzerinde durulan olasılıklardan
biridir.
Daha sonra ilaçlanarak bozulmadan saklanan cesedi bile yıllar
boyu süren
pazarlıklara konu olan Cem Sultan en sonunda ölümünden 5
yıl sonra Bursa'ya
getirilerek toprağa verildi.
On yedi yıl önce Anadolu kıyılarından Avrupa'ya doğru
yelken açmak zorunda
kalan Fatih Sultan Mehmed'in en sevdiği oğlu taht kavgasında
bir türlü başarılı
olamamış ve Anadolu'ya ancak cesedi dönebilmişti. Kurduğu
imparatorluğun
taht kavgalarına sürüklenmesini önlemek için "kardeş
katline" bile olanak
tanıyan ve kendisinden sonra Cem'in gelmesini vasiyet
eden Fatih ise ne
oğullarının kavgasını önleyebilmiş, ne de kendisinden
sonra Cem'in
imparatorluğun başına geçmesini sağlayabilmişti.
Büyük bir imparator olabilirdi, ama "iyi bir
baba" olduğunu kimse
söyleyemeyecekti!
0 yorum :
Yorum Gönder