11 Şubat 2015 Çarşamba

Bir Kabus ve Bir Martı

Bir martının kalp atışındaki masumiyette gizlidir İstanbul, bir deniz dalgasındaki ehemmiyette, kalbi kırık bir kızın attığı adımdaki tedirginlikte gizlidir bu şehrin ruhu. O kızın on dokuz yıl geçirmiş gözlerindeki usulsüzlükte ve ruhunda kopan fırtınaların dudağından bir nefes olarak akıp gitmesinde can bulur hayat. O, işte o kız, yarı kırgın cesaretiyle gene kirli bir kalabalığın arasında bir martı gibi. Sanki onu denizden zorla çıkarmışlar da şehrin ortasına hırpalayıp atmışlar gibi. Kanatları olmasa bile adımları sanki bir zamanlar kanatları varmış gibi hafif, dayanıksız, dengesiz. Birazdan öleceğini bilse böyle yürür müydü acaba? Hala böyle asar mıydı suratını?  Onu adeta bir kameranın ardındaymış gibi gizlice gözlemliyorum, biraz daha zorlasam gözümün önündeki hayali objektife dokunabilecekmişim gibi. Gideceği yere dair kafasında net bir fikir var, ama emin olamıyor kendinden. Hiçbir zaman emin olamadı kendinden zaten, çünkü gözlerinde hayatı boyunca kendinden hiç emin olamamış birinin hüznü var. Siyah gözlerine kim yeterince baksa, onu anlar ve hatta düşme hissine kapılırdı bir süre sonra, ne yazık ki kimse gözlerine yeterince bakmadı. Belki de kimse gözlerine yeterince bakmadığı için kendinden asla emin olmadı. Çünkü var olduğunu asla anlamadı, çünkü kimse ona bakmadı, kimse ona bakmadı, kimse ona bakmadı. Oysaki ben can atıyorum ona bakmak için, zihnimin kamerasını yakınlaştırıyorum ona –uzun dalgalı ve ılık bir kahveyi andıran dağınık saçları, solgun ve yorgun bir suratın üzerinde kopkoyu ve karanlık gözler, ince üst dudağı hafifçe kurumuş ve yanaklarında lekeler var- ama sadece hızlı, keskin, tekinsiz adımlarla uzaklaşıyor benden.
Onu kaybediyorum. Gözlerim bu koca taksim meydanında endişeyle bir ileri bir geri gidiyor, o bir martıysa ben de bir güvercinim. Onun öleceğini biliyorum, ondan bütün bu endişem, ondan bütün bu çabam. Onu kurtarmak son şansımmış gibi.
Biraz daha yürüyorum.
İnsanlar çığlık çığlığa kaçışıyor. Hemen o tarafa doğru koşuyorum, yüreğimde sanki binlerce taş düşüyor ayaklarıma doğru, kalbim bir atış sekiyor ve ben
yere bakıyorum
Bir martı kanatları kopmuş bir şekilde yerde. Gözlerimi kapıyorum. Derin bir nefes. Gözlerimi açıyorum. Martının suratı solgun ve yorgun, simsiyah gözleri bir delik gibi ve neredeyse dalgalı, ılık kahveyi andıran dalgalı tüyleri var. köpekler onu parçalıyor.
Yere düşüyorum

Uyandığımda denizdeydim.




0 yorum :

Yorum Gönder

 
; Sayfa Başına Dön