10 Eylül 2012 Pazartesi

Anne Baba Rızası


Anne Baba Rızası

Allah Tealâ’nın kuluna ilk ikramı ve Rahman sıfatının ilk tecelligâhıdır anne baba. Güçsüz ve aciz olan bebek hayata gözlerini açtığında bu sıfatın tecellisiyle, yani anne babayla kuşatılır ve koruma altına alınır. Bu koruma hayatın büyük bir bölümünde de devam eder. Bu, kulun ilk şükredeceği nimetlerdendir ve bu nimete şükür ancak anne babanın rızasında kendini gösterir.
Allah Tealâ imandan sonra anne babaya iyilik yapmayı emreder: “Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.” (İsra, 23)
Efendimiz s.a.v. de: “Allah’ın rızası anne babanın rızasında, Allah’ın öfkesi de anne babanın öfkesindedir.” buyurmak suretiyle bu ilahi emri hatırlatır.
Amr b. As r.a.’ın anlattığına göre, bir adam Peygamberimiz s.a.v.’e gelerek cihada gitmek için izin istedi. Peygamberimiz de ona, “Annen baban sağ mı?” diye sordu. Adam “Evet” deyince Rasulullah s.a.v.: “Önce onların rızasını al.” buyurarak anne baba rızasının önemine dikkat çekti. (Buharî, Edeb, 9)

Peygamber duası gibi
İstisnasız her mümin, Allah Tealâ’nın rızasını kazanmayı, O’nun ebedi alemde sunacağı nimetlere nail olmayı ister. Bu sonuca ulaşmada en önemli etken anne babanın dua ve rızasıdır. Anne babaya hizmette bulunmak, Hak Tealâ katında çok kıymetli ve faziletli bir ameldir. Bu fırsatın kıymetini bilmeyen kimseler büyük hüsran içindedirler.
Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmuşlardır:

“Kabul olunacağından şüphe bulunmayan üç dua vardır: Babanın çocuğuna duası, misafirin duası, mazlumun duası.” (Tirmizî)
“Babanın oğluna duası, peygamberin ümmetine duası gibidir.” (Süyûtî)
Hızır Aleyhisselam’ın talebesi
Alim ve evliyanın büyüklerinden, altı büyük hadis kitabından birinin müellifi Muhammed Tirmizî k.s. ilim öğrenme arzusu ile yandığı gençlik günlerinde iki arkadaşıyla anlaşıp başka yerlere gitmek, oralarda ilim hayatına devam istedi. Bu karar ve anlaşmayı annesine açıkladı. Annesi buna çok üzülerek:
– Yavrucuğum! Ben zayıf, kimsesiz ve hastayım. Benim hizmetlerimi sen yapıyorsun. Beni yalnız, çaresiz kime bırakıyorsun, dedi.
Bu sözler genç Muhammed’in içine dert oldu, arkadaşlarıyla yaptığı anlaşmayı bozup seferden vazgeçti. İki arkadaşı ise ilim yolculuğuna çıktılar. Buna ziyadesiyle üzülen Muhammed Tirmizî ne annesinden ayrılabildi ne de gönlünden ilim aşkını silip atabildi. Bazen yalnız kaldığı zamanlarda ağlardı. Yine bir gün mezarlıkta oturmuş ağlıyor ve “Ben burada cahil ve ilimden mahrum kaldım, arkadaşlarım alim gelecekler” diye düşünüyordu. Bu sırada aniden, nuranî yüzlü, tatlı sözlü bir ihtiyar çıkageldi ve:
– Oğlum niye ağlıyorsun, diye sordu. O da başından geçenleri anlattı.
Bunun üzerine o zat:
– O iki arkadaşını kısa zamanda geçmen için her gün sana ders vermemi ister misin, diye sordu. O da:
– Evet isterim, dedi.
Bunun üzerine bu nur yüzlü ihtiyar üç yıl boyunca her gün ders verdi. Muhammed Tirmizî üçüncü yılın sonunda bu mübarek zatın Hızır Aleyhisselam olduğunu anladı. Şöyle demiştir:
– Bu büyük nimet bana annemin rızası ve duası bereketiyle ihsan olundu.
Anne duasıyla velayet
Evliyanın büyüklerinden Muhammed Bakibillah k.s. da şöyle anlatmıştır:
“Manevi terbiyeye ilk girdiğim günlerde muhterem annem, kararsızlığımı ve zayıflığımı görünce mahzun kalple ağlayarak Allah Tealâ’ya yalvarıp şöyle dua etti:
– Ey Rabbim! Seni istemekte her şeyden vazgeçmiş, gençliğinin lezzet ve arzularından el çekmiş olan oğlumun Rabbi! Ya onu maksadına kavuştur ya da beni daha fazla yaşatma. Çünkü oğlumun maksadına kavuşamamasına, bu yüzden yaşadığı ıstıraba dayanamam.
Annem çok defa gece yarıları dışarı çıkar, Allah Tealâ’ya böyle yakarır, dua ederdi. O dua ve yalvarmaları sebebiyle Cenab-ı Hak lutfeyleyip yolumu açtı. Allah Tealâ benim adıma ona güzel karşılık, bol sevap versin.”
İnsanın veli olmasına vesile olacak kadar kıymetli olan anne babanın haklarına riayet etmemek elbette düşünülemez. Aksi durum ancak büyük bir ahlâkî düşüklüktür.
Anne babaya asi olmak
Ebeveynin evlatları üzerindeki hakları o kadar fazladır ki, bunları ödemek çok zor, hatta imkansızdır. Efendimiz s.a.v. bu konuya şöyle dikkat çekmektedir:
“Hiçbir evlat babasının hakkını ödeyemez. Şayet onu köle olarak bulur ve bedelini ödeyip azat ederse babalık hakkını (ancak o zaman) ödemiş olur.” (Müslim; Ebu Davud)
Anne babanın kalplerini kıracak her türlü kötü söz ve davranıştan kaçınmak, hem insan olmanın hem müslümanlığın gereğidir. Anne babaya asi olmak ise büyük günahların başında yer alır. Nüfey bin Hâris r.a. şöyle anlatıyor:

Rasulullah s.a.v. bir gün:
– Büyük günahların en ağırını size haber vereyim mi, diye üç defa sordu. Biz de:
– Evet ya Rasulallah, dedik. Efendimiz:
– Allah’a şirk koşmak ve anne babaya itaatsizlik etmek, buyurduktan sonra yaslandığı yerden doğrulup oturdu ve;
– İyi dinleyin, bir de yalan söylemek ve yalancı şahitlik yapmak, buyurdu.
Bu sözü o kadar çok tekrar etti ki daha fazla üzülmesini istemediğimiz için keşke sükût buyursalar da yorulmasalar diye arzu ettik. (Buharî)
Vefatlarının ardından
Anne babamızın ahirete irtihaliyle de onlara karşı olan görevlerimiz sona ermez. Bir sahabi:
– Vefatlarından sonra anne babam için yapmam gereken bir iyilik var mı, diye sorunca Peygamberimiz s.a.v. şöyle buyurdu:
– Evet, dört iyilik vardır:
• Onlara hayır duada bulunmak.
• Allah Tealâ’dan bağışlanmalarını dilemek.
• Varsa vasiyetlerini yerine getirmek.
• Dostlarıyla ve akrabalarıyla ilişkiyi devam ettirmek ki, senin bütün akrabaların ancak onlar vasıtasıyla var olmuştur. (Buharî)

Anne baba rızasında istisna
Anne babanın rızasının önemiyle birlikte rızalarını istemenin de bir sınırı vardır. Konuyla ilgili olarak Efendimiz’in sahabilerinden Sa’d r.a. şunları anlatıyor:
“Ben anneme saygı gösteren, itaat eden bir çocuktum. Müslüman olunca annem bana:
– Ey Sa’d, bu yaptığın nedir? Ya sen bu yeni dinini bırakırsın yahut da ben yemem, içmem ve sonunda ölürüm. Sen de benim yüzümden anasının katili diye ayıplanırsın, dedi.
– Anneciğim böyle yapma. Ben bu dini bırakmam, dedim.
Fakat annem diretti ve iki gün boyunca ne yedi, ne içti. Ona dedim ki:
– Vallahi anne, senin yüz canın olsa ve bunlar birer birer çıksa, ben yine de bu yoldan dönmem!
Bendeki bu kararlılığı görünce annemin direnci kırıldı, tekrar yiyip içmeye başladı. Bu olaydan bir süre sonra Efendimiz s.a.v.’e şu mealdeki ayet nazil oldu:
“Biz insana ana babasına iyilik etmesini emrettik. Şayet onlar seni, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, bu takdirde onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak bana olacaktır ve ben yapmakta olduklarınızı size haber vereceğim.” (Ankebut, 8)
Ne yazık ki ailevî ve toplumsal değerlerin alaşağı edildiği günümüzde, anne baba hakkı da bundan nasibini almış durumda. Artık “cennet vizesi” olan anne babalar, evlatları tarafından yük kabul ediliyor. İhtiyarlayıp elden ayaktan düşünce gözlerini huzurevlerinde açan anne babaların sayısı günden güne artıyor. Unutmamalıyız ki bugünün gençleri olan bizler de yarının huzurevi sakinleri olabiliriz.
Dinimizin emir ve tavsiyeleri hem dünya huzurunu hem de ahiret saadetini temin içindir. Anne baba rızası bu emir ve tavsiyelerin en önemlilerinden biridir ve iki cihanda yüzümüzün ak olması ancak bu şuurla hareket ederek mümkündür.

0 yorum :

Yorum Gönder

 
; Sayfa Başına Dön