10 Eylül 2012 Pazartesi

Osmanlı solculuğu ve İslam




Yapılmak istenenlere meşru bir zemin oluşturup halkın desteğini kazanmak adına geleneğe ve dinî kavramlara başvurmak Türkiye’de ıslahat ve yenileşme hareketlerinin ortak özelliklerinden birisi. Aynı durum paradoksal bir şekilde bu hareketlere karşı çıkanlarda da gözleniyor. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu’nda geniş çaplı ıslahat hareketlerine girişen ve Yeniçeri Ocağı’nın yerine “Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye”yi kuran II. Mahmud, devrinde kimilerine göre “müceddid” kimilerine göre ise “gâvur” olarak nitelendiriliyordu. Her iki kesimin bu nitelemeleri dinî referanslarla yapması oldukça ilginç değil mi?

Geleneğe ve dinî referanslara yaslanma tavrı ilk dönemlerde sol düşünce için de geçerli. Başlangıçtan bugüne din karşısındaki tutumu devamlı surette tartışılan, hatta bu sorunu bizzat kendisi tartışan sol düşünce, dışarıdan gelen bir fikir akımı olarak ilk defa ortaya çıktığı, kısa süreli de olsa kurumsal kimlik kazandığı II. Meşrutiyet döneminde toplum katında meşruiyet kazanma adına geleneksel değerlere ve İslamî kavramlara yaslanma çabası içindeydi. Nitekim bu çabanın somut örneklerini, II. Meşrutiyet sonrasında kurulan ilk sosyalist parti olan Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın bir beyannamesinde ve bu partinin yayın organı olan İştirak dergisinin yayın politikasında görmek mümkün.
Türk solunun ilk yerli sloganı: “Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar”
Ülkenin geleceği ile ilgili görüşleri ve teklifleri olan pek çok yeni fikir akımı gibi sol düşünce de fikir ve siyaset arenasındaki yerini 1908 sonrasında aldı. Meşrutiyet’in hemen ertesinde başta Selânik ve İstanbul olmak üzere çeşitli şehirlerde özellikle yabancı şirketlerde çalışan işçiler greve giderek bu alandaki ilk kıvılcımları yaktı. Birbirinden bağımsız ve daha çok çalışma şartlarının iyileştirilmesine yönelik talepler doğrultusunda gerçekleştirilen bu grevler, kimi araştırmacılar tarafından sosyalist bilinçten yoksun olarak kabul edilmekle beraber en azından işçilerin işveren karşısında “üretimden gelen güçlerini” kullanmaya başlamaları adına anlamlıydı. Nitekim bu durum hükümeti harekete geçirdi ve Meclis’te 9 Ağustos 1909 tarihinde Tatil-i Eşgal (Grev) Kanunu çıkarıldı.

Sosyalizmin dönemindeki adlandırmasıyla “İştirakiyyun” düşüncesinin basın yayın yoluyla dile getirilmesi ise 1910 yılına rastladı. Bu dönemde bir grup solcu aydın “Hüseyin Hilmi arkadaş” liderliğinde İştirak adlı bir dergi çıkarmaya başladı. İlk sayısı 26 Şubat 1910 tarihinde çıkan İştirak, ağırlıklı olarak ansiklopedist bir yayın çizgisi takip etti. Bir başka deyişle dergi Osmanlı toplumunda sol düşünceyi yaymak için işin alfabesinden başlamak gerektiğinin farkındaydı. Avrupa’da sol hareketlerin tarihi, sosyalizm nedir, meşhur solcular, bu düşünceden hareketle dergide üzerinde durulan konulardan bazılarıydı. İştirak mecmuasının sol düşüncenin yayın organı olarak üzerinde ısrarla durduğu konular ise işçilerin hayat şartlarının iyileştirilmesi, işçi hakları, çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesi, düşünce özgürlüğü, terakki, eşitlik, gelir dağılımındaki adaletsizliğin ortadan kaldırılmasıydı. Bütün bunların nasıl gerçekleştirileceği konusunda ise derginin önerdiği çözüm yolu ihtilâl ve ayaklanmaydı. Toplumsal sorunlara işçi sınıfı üzerinden dikkat çekmeye çalışan Hüseyin Hilmi ve “arkadaş”larının özellikle liberalizme yakınlığı, aşağıda göreceğimiz gibi sol düşünceyi geleneksel değerlerle ve İslamiyet’le açıklama çabası, İştirak çevresinin bu dönemdeki solculuk anlayışını tartışmalı hale getirecekti. Ayrıca düşünce özgürlüğü başta olmak üzere dergide yüksek sesle dile getirilen konulardan bazılarının Hüseyin Hilmi çevresiyle sınırlı olmadığını, o dönemde herkes tarafından dile getirildiğini de unutmamak gerekiyor. Hatta derginin 17. sayısından sonra sıkıyönetim tarafından bir süre kapatılması sol mücadeleden dolayı değil, 9 Haziran 1910 tarihinde öldürülen liberal gazeteci Ahmet Samim adına çıkardığı özel sayı sebebiyleydi.

Başta da belirttiğimiz gibi sosyalizmin gerekliliğini topluma anlatma noktasında doğruluğu herkes tarafından kabul edilmiş müşterek değerlerden, inançlardan hareket etmek derginin en önemli özelliğiydi. Bunlardan en çarpıcı olanı bir atasözüydü. “İştirak” başlığının hemen altında yer alan “Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar” atasözü topluma sosyalizmi anlatma ve benimsetme adına bir aforizma gibi kullanılmıştı. Bir başka deyişle dışarıdan ithal edilen “Milletim nev’i beşerdir vatanım rû-yı zemin” sloganının yanında yukarıdaki atasözü Türk solunun ilk “yerli” sloganı olmuştu.

Derginin, sosyalizm konusunda dışarıdan destek arayışı da söz konusuydu. Farklı görüşlere sahip olan Ali Canip (Yöntem), Refik Halid (Karay) ve Karesi (Balıkesir) Mebusu Abdülaziz Mecdî (Tolun) Efendi dergiye dışarıdan katkı yapan yazarlardan bazılarıydı. Bunlardan Abdülaziz Mecdî (Tolun) Efendi tarafından kaleme alınan ve “Düşün” başlığıyla derginin 5 ve 6. sayılarında iki kısım hâlinde çıkan yazı önemli. Mecdî Efendi bu yazısında Kur’an ve Sünnet’ten hareketle İslam dininin esaslarından olan “Hak” kavramı üzerinde duruyor. “Kendi hoşuna giden şeyi kardeşine de hoş görmedikçe mü’min sayılmazsın” hadis-i şerifinden hareketle “amele” sınıfının işverenler tarafından ezilmemesi gerektiği, haklarının verilmesi, refah düzeylerinin arttırılması lüzumu üzerinde duruyor. Bununla beraber yazar tarafından bu konuların sadece işçiler çerçevesinde düşünülmediğini, toplumun bütün kesimlerini içine alacak şekilde geniş planda işlendiğini söyleyelim. Mecdi Efendi’nin düşüncesine göre sosyalizmin eşitlik ve hak kavramları zaten İslam’da mevcut. Önemli olan bunların hayata geçirilmesi.

“Bütün insanlar birbirinin uzvudur”
Türk solunun II. Meşrutiyet döneminde İslam üzerinden kendisini anlatma çabası bu dönemde kurulun ilk sol parti olan Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın faaliyetlerinde de göze çarpıyor. Eylül 1910 yılında kurulan partinin önde gelen ismi yine Hüseyin Hilmi, yayın organı da İştirak gazetesiydi. Gazetenin 25 Eylül 1910 tarihli 20. sayısında yayınlanan parti beyannamesi İslam’ın zekâtla ilgili şartını ihtiva eden “Ağniyanın (zenginlerin) servetinin kırkta biri fukaranın hakkıdır” emriyle ve Sadi’nin meşhur “Benî Âdem aza-yı yek-digerend (Bütün insanlar birbirinin uzvudur)” mısraı ile başlıyor. Beyannameye göre Osmanlı Sosyalist Fırkası, bir zorunluluk eseri olarak toplumun büyük kısmını teşkil eden “amele ve fukara” sınıfının sermayedarlar karşısındaki haklarını korumak, zor şartlar altında yaşayan bu kesimin refahını temin etmek amacıyla kurulmuştu. Beyannamenin ilerleyen satırlarında “herkese hakkı kadar” kaidesinden hareketle refah düzeyi yüksek bir amele ve fukara sınıfına sahip toplum modeli üzerinde duran fırka, aslında bu modelin Kur’an ve hadislerle de sabit olduğunu dile getiriyor. Fırkaya göre Allah tarafından emredilmekle beraber uzun zamandır unutulan bu hususların yeniden hayata geçirilmesi lâzımdı. Bunu mevcut yapı içerisinde gerçekleştirebilecek yegâne fırkanın ise Osmanlı Sosyalist Fırkası olduğu üstü kapalı olarak vurgulanıyor.

Türk solunun din karşısındaki tutumu -fraksiyonlara, partilere, örnek alınan modellere göre- daha sonraki yıllarda inişli çıkışlı bir seyir takip edecekti. Günümüzdeki durum ise herkesin malûmu. Aslında bütün siyasî oluşumlar için ayrı ayrı düşünülmesi gereken bu konu mesele sol olduğunda ayrı bir önemi haiz. Biz de bu önemden hareketle yazımızda meselenin II. Meşrutiyet dönemindeki görüntüsünü bir nebze ortaya koyalım istedik. Karşımıza çıkan manzara dönemin bir özeti gibi: Gerektiğinde liberal, gerektiğinde İslamcı, -Numan Usta örneğinde olduğu gibi- gerektiğinde Türkçü bir sosyalizm.


Ali Şükrü ÇORUKMostar Dergisi 87. Sayı / TARİH  

0 yorum :

Yorum Gönder

 
; Sayfa Başına Dön