10 Eylül 2012 Pazartesi

Bürokrasinin sanatı

 
Birkaç yıl önce İstanbul konulu kültürel bir etkinlik vesilesiyle İspanya’nın Sevilla şehrine gitmiştim. Sevilla, Avrupa’nın birçok diğer şehri gibi bir müze şehir. Avrupa şehirleri II. Dünya Savaşı’ndaki bombardımanlarda büyük bir yıkım yaşamalarına rağmen asıllarına uygun bir biçimde, hatta mümkünse orijinal malzeme kullanılarak yeniden inşa edilmiş. Bir turizm cenneti olan İspanya da, şehirlerinin hem mimari hem de sosyolojik özelliklerini korumaya özen gösteriyor. Örneğin; Sevilla’nın da aralarında bulunduğu Endülüs bölgesi şehirlerinde, büyük oranda Kuzey Afrika kökenli Müslüman nüfus ve İslam kültürü varlığını sürdürüyor.

Üç Kültür Vakfı ve Kültür Merkezi
Bizim gezimizde Türk sanatçılar Sevilla şehrinin kültür etkinliklerini yürüten Üç Kültür Vakfı’nın davetlisiydi. Üç Kültür Vakfı, faaliyetlerini Tres Culturas Foundacion isimli muazzam bir kültür merkezinde yürütüyor. Bu merkez, geleneksel Endülüs mimarisi tarzında yapılmış muhteşem çinilerle bezeli bir bina. Burada söyleşi, konser ve film gösterimi gibi etkinlikler yürütülüyor. Çalışanların büroları da aynı binanın içinde. Vakfın düzenli etkinlikleri arasında Arapça ve İbranice dil kursları da var. Tahmin edebileceğiniz üzere vakfa adını veren üç kültür İslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik.

Sevilla, İspanya’nın en büyük ya da en önemli şehri değil ama sahip olduğu kültür merkezi Türkiye’nin en büyük ve en önemli şehri olan İstanbul’da hâlâ yok. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ya da ilçe belediyelerinin işlettiği merkezler ya nikâh salonundan çevrilmiş ya da aslında nikâh salonu olarak kullanılmak üzere inşa edilmiş, çarpık bir mimarinin ürünü olan mekânlar.

İstanbul’un nikâh salonundan dönme kültür merkezleri
Örneğin; Beyoğlu’ndaki Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi, nikâh salonundan çevrilme. Toplantılar için kullanılan salonun tabanının göçme tehlikesi var ve bu bina Galata Mevlevihanesi’nin arazisinde, Mevlevi dervişlerinin mezarlarının üzerine yapılmış; yani bir an önce yıkılması gerekiyor.

Pera’dan sur içine geçecek olursak, bu bölgeyi içeren Fatih ilçesinin kültür etkinliklerinin Ali Emiri Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildiğini görüyoruz. Tabii ki burası, aynı zamanda nikâh salonu olarak kullanılmak üzere yapılmış, sayısız düzeltilemez nitelikte müteahhitlik kusuru içeren ve bir an önce yıkılması gereken, yine çarpık mimariye sahip bir yapı.

İstanbul’da Türk mimarisine uygun, kültür-sanat amaçlı tek yapı Cemal Reşit Rey Konser Salonu. Bir zamanlar hem projesi hem de binası, mimari çevrelerin övgüsünü kazanmış. Aslında konser salonu olduğu halde birtakım uluslararası sempozyumlar, başka bir yer olmadığı için burada gerçekleştiriliyor. Bu da kültür sanat mevsiminde büyük sorunlara yol açıyor. Çünkü müzisyenlerin prova yapması gereken saatlere sempozyum programları konuluyor. Salonun koltuk kapasitesi 900 kişi, birkaç yüz kişiye hitap eden sempozyumlarda salon aslında kalabalık olduğu halde boş görünüyor. Zaten son tadilatta Cemal Reşit Rey Konser Salonu akustik özelliklerini yitirdi ve müzik açısından tartışılacak bir tarafı kalmadı.

Sütlüce’deki kongre merkezine uzaktan bakanlar, yapımında buradaki Osmanlı dönemine ait eski mezbahanın planı taklit edildiği için yapının Türk mimarisine uygun olduğunu düşünebilir ama yakından bakanlar binanın Çin granitleri ile kaplı olduğunu görünce bu düşüncelerinden vazgeçeceklerdir.

Yolsuzluk aracı “kültür-sanat”
İstanbul’un merkezinden uzaklaştıkça bu felaket daha da içler acısı bir hâl alıyor. Türkiye genelinde hiçbir belediyenin kültür-sanata altyapı yatırımı yapmadığı halde hepsinin festival, halk konseri gibi faaliyetlerde bu kadar ısrarcı olmalarının arkasında ne var?

Kültür-sanat işleri ihale ile yapılır. Bu etkinlikler ihale şartnamelerinde “hizmet alımı” olarak geçer. Bir hizmet, alındığı andan itibaren buharlaşır, yani sonradan denetlenmeye imkân vermez ve hizmet alımı ihalesi yolsuzluk için son derece uygundur. Oysa bir kültür merkezinin hesabı yıllar sonra bile onu muayene edip imza karşılığı kabul eden bürokratlardan sorulabilir. Bu binalar Bayındırlık Bakanlığı’nın mevzuatına göre, belli maliyetler çerçevesinde yapılmak zorunda olduğundan yolsuzluğa pek elverişli değildir. Bu nedenle birçok belediye kültür merkezi inşa etmeden, kültür-sanat etkinliği yapmak adına ülkemizin önde gelen yazarlarını ve sanatçılarını nikâh salonlarında ağırlıyorlar. Sanat eserlerinin sergilendiği salonlar sergi salonu olarak, film gösterimi yapılan mekânlar sinema salonu olarak, hatta müze olarak kullanılan binalar müze olarak yapılmış değil. Bu nedenle iklimlendirmeden akustiğe kadar sayısız sorun içeriyorlar ve nitelikli sanata yer veremiyorlar.

Türkiye’de kültür ve sanatın bu kadar önemli altyapı sorunları varken, kitleler sanatçı ya da sanat kuramcısı olmayan kişilerin “muhafazakâr sanat” tartışmaları ile oyalanıyorlar. Bu tartışmalar iktidarın sorgulanmasını engellediği gibi; tartışmanın kahramanlarının da kendilerini iktidara hatırlatmasına, “hizmetinizdeyiz” mesajı yollamalarına yarıyor.
Burjuvazinin entelektüelleri himayesi şart
Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşunda Osmanlı’dan devraldığı seçkinleri ortadan kaldırmış ve yerine kendi burjuvazisini geçirmişti. Bu burjuvazi yaklaşık bir asır içinde eğitim seviyesini arttırmayı ve seçkinleşmeyi başardı. Artık İstanbul’un en nitelikli sergileri ve festivalleri bu aileler tarafından gerçekleştiriliyor. Zaman içinde burjuvazi, entelektüelleri himaye etmenin gereğini de kavrayacak ve hiç kimse para için nikâh salonlarında, konuyla ilgisiz kimselere konferans vermek zoruna kalmayacak. Bu da bürokrasi için bir rant kapısının kapanması anlamına geliyor.

Alper ÇekerMostar Dergisi 90. Sayı / TOPLUM

0 yorum :

Yorum Gönder

 
; Sayfa Başına Dön