17 Ekim 2015 Cumartesi 0 yorum
- “Bir şey diyor musun?” 
(Bir şey mi? Çok şey. Çok şey var sevdiğim. Hayır, demiyorum hayır.. Çok kırgınlık var. Çok sessizlik var. Sessiz yangın mı olurmuş? Var.. Hiçe sayılmanın ağır küfürleri birikmiş omuzlarımda. Omuzlarım çökük. Omuzlarım çürük. Seni suçlamamanın yolunu bulamadım ben, bu gidişin bütün günahını almamın en masum ve belki de tek yoluydu susmak. Biraz da yorgunluğumun bahanesiydi ağzımın bıçak açmayışları. Ve sen duyma ağladığımı diye. Çok şey var sevdiğim. Yaşanmamışlıklar çok. Sustuklarımdan daha çok.. Biriktirip büyütmeme izin verdiklerin kadar da çok sigaram yokmuş benim. Artık ben de mi yokum? Giden benim. Galiba tek kalan da..)

+“Sen diyor musun bir şey?” 

-“Yok.” 
(Yok mu? Hiç mi yok? Sen de mi susuyorsun sevdiğim? Sormadın, neden bile demedin neden? Bildiğinden midir? Değildir. Bilsen yıpratmazdın böyle. Değildir……. Yok mu? Bir “gitme” bile yok mu? Yok mu sevdiğim hiç hanende bir kal deyişin dahi. Kızmıyorsun bana. İnançsızlığımı haklı çıkarıyorsun, her defa. Yok mu? Hiç ve hiçbir zaman? Boş ve boş yere? Yok mu?“

+”………..“ 

-"Kapatıyorum ben.” 
(Sesini son duyuşum muydu bu benim şimdi? Son cümlen, benim için son kurduğun cümle bu mu olacaktı. Son kelimesini sana dair bu iç delen halde satırlara dökmek ne kadar zor bilmiyorsun bilmeyeceksin. Sevdiğim. Kapatma. Aldığın inancımı geri ver bana. Kapatma. Kapatma. Kapatma. Konuş…)

+“Kapat hadi.” 
(Kapatmadın. Neden kapatmadın. Susuyorsun.. Nasıl bu kadar güçlü çıkabiliyor sesim, ailem halimi görmesin diye dönmüşken sırtımı. Böylesine emin ve keskin ses tonumun sebebiyeti kırgınlık mıdır sevdiğim? Sesini duyup iyi olmak için aradığın sevgilin ne nankör değil mi? Gidiyor. Gelmeyecek bir adama nasıl aşık. Geleceğe dair kurduğu ilk ve ne acı ki son hayalleri o gelmeyecek adamda. Sevgilin ne nankör, ne kötü; inanmış sana. Sevgilin, eski sıfatına konuk olacak olan sevgilin ağlamak üzere. Artık kapatmalısın..)

-“En son ne zaman sevd.. En son ne zaman beni sevdiğini söyledin sen?” 

+“HER GECE!” 

-“Bana en son ne zaman seviyorum dedin!” 

+“Sen?”


1 yorum
İçimdeki umut göğüs kafesimi kırıp dışarı çıkmaya çalışıyor. Haykırmak kolay da sesim duyulur mu bilmiyorum. Bulanık sulardan kurtulmanın zamanı geldi de geçiyor. Ömür dediğin bir nefes; çabuk tükeniyor. Bir tek kelimeler tükenmiyor. Gerçi onların da “ben”i anlatanları bulup çıkaramazsan da olmuyor. Yüreğimdeki kelimeleri çıkarmak balık tutmak gibi, sabır gerekiyor… Sabır da var ama işte içimdeki umut haykırıyor… 

Fatih Alıç - İçimdeki İnsanlar (Haykırış)


0 yorum
Biz 
Tanımadığı insana gülümsemenin 
Kedi sevmenin 
Renkli kalemlerin 
Mutlu ettiği insanlarız; 
Bizden zarar gelmez.. 

Pisica Femeie



7 Ekim 2015 Çarşamba 0 yorum
Sen… 
Yüzümdeki gülüşlerin, ellerimdeki terlemenin, 
Yüreğimdeki deli ateşin sebebi… 
Her gece uykum, her sabah güneşim. 
Bitmeyen masalım. 
Gökyüzüm, denizim, mavim sen… 
Sebebim, niyetim, geleceğim, geçmişim sen...
Bilinmezliğim, belirsizliğim, kararlılığım, kararsızlığım sen… 
Bitmez yolculuğum, sonsuzluğum. 
Sen, gözüm, elim, yüreğim...




12 Eylül 2015 Cumartesi 0 yorum
Sonbahar yağmuru dökülüyor gökten
Ellerim acıyor dikenli köklerden 
Hüzün veriyor kararmış kalbime
Ve bir çocuk seviyor
Kimsesiz, 
Yapayalnız bir yürekten 
Başımı eğip ağlamak geliyor içimden
Yağmur olup aksın istiyorum
O sonbahar yağmuru gibi
Sırıksıklam ruhlarımız 
Yine ağlayan çocuk, 
Yine sevdiklerimiz 
Yine acıyan eller
Yine kalplerimiz 
Sığar mı ki bir avuca gizli günahlarımız...



3 Eylül 2015 Perşembe 0 yorum


-Günaydın
-Birinci sigarası var mi acaba?
-Birinci yok.
-Peki en ucuz sigara hangisi acaba?
-Maltepe var
-Ne kadar?
-İki üç yüz
-Hmm bir paket alabilir miyim?
-Şey affedersiniz ateşiniz var mı acaba?
-Çok teşekkür ederim.
-Özür dilerim, size bir şey sorabilir miyim?
-Buyrun
-Hayat neden bu kadar zalim?
İnsanlar, insanlar neden bu kadar zalim?
Yaşamak neden bu kadar zor, bu kadar güzel ve vazgeçilmez?
Peki insanların birbirlerini anlamamak için bu büyük çabası neden?

Karım, karım bana çok kızıyor, ona istediği gibi bir hayat sunamadığım için.
istediği gibi bir adam olamadığım için.

Çocuklarım, çocuklarım da bana çok kızıyor.
onlara bilgisayar, elbise, ayakkabı, araba alamadığım için.

Patronum, patronum sürekli alaycı bakışlarla beni izleyerek ne kadar işe yaramaz bir adam olduğumu günün her saatinde bana hatırlatıyor.
o da bana çok kızıyor, çünkü ona çok para kazandıramadığım için.

Dostlarım, arkadaşlarım, akrabalarım beni adam yerine bile koymuyorlar. onlar da bana kızıyor, onların istediği gibi bir adam olmadığım için.
onları yemeğe götürmediğim için, onlara borç para veremediğim için, onlara ayak bağı olduğum için, onların eğlendiği gibi eğlenemediğim için.

Devlet, devlet de bana kızıyor, daha çok vergi veremediğim için. arada bir “ne oluyor?” diye sorduğum için, yanlış partiye oy verdiğim için.

Biliyor musun? her tarafım kanıyor, acılar içindeyim, çürüyorum.

Onların istediği gibi bir adam olmak istiyorum ama beceremiyorum.
dostlarıma, akrabalarıma, patronuma, karıma, çocuklarıma “üzgünüm” diyorum.
“sizin istediğiniz gibi bir adam olamadığım için özür dilerim” diyorum, duymuyorlar.
Acılarımı, kederlerimi, sıkıntılarımı anlatıyorum, dinlemiyorlar.
ben, ben. “bana yardım edin” diyorum, kaçıyorlar.
“gelin biraz konuşalım” diyorum, masayı terk ediyorlar.
“ölüyorum ben” diyorum, “ne zaman öleceksin?” diye soruyorlar.

Lütfen bana söyler misin? ne oldu, bize ne oldu?
Eskiden böyle değildi, şimdi ne oldu?
Neden insanların artık bir takım duygulara ve düşüncelere prim verecek zamanları yok?
Neden bu kadar hızla koşuyorlar?
Neden, bir an bile olsun durup hayatın, insanın, evrenin anlamı üzerine düşünmüyorlar?
Ben acılarımı, sıkıntılarımı, kederlerimi onlara anlatırken neden beni dinlemiyorlar?
Benim bütün bu düşlerim, arzularım, hayata dair imdat çığlığım onlara neden sahte geliyor?
Sahici gelmiyor, samimi gelmiyor, neden, neden, söyle bana neden?

Ne olur bana yardım et, yardım et bana.
lütfen, lütfen.
Neden beni bu halimle kabul edip aralarına almıyorlar?
Neden beni sevmeleri için sürekli, inanmadığım halde onların ilgisini çekip, onlarla konuşmak zorundayım?
Neden egom olmak zorunda? neden onların arasında bencil olmak durumundayım?
Neden var olabilmek için rekabet etmek zorundayım ha?
lütfen, lütfen bana yardım et.
Bana hayatta yaşamanın sırrını söyle.
Bak, biliyorsan eğer bana o yolu göster, lütfen.
Çünkü ben artık yalnız yaşamak istemiyorum.
Bana hayatta yaşayabilmem için güç ver.
Neden ben hayatta yaşamayı beceremiyorum? lütfen bana yardım et lütfen, lütfen, lütfen...


21 Ağustos 2015 Cuma 0 yorum
Bilmeliydim… 
Papatyaları sevdiğini değil bu kez. 
Sana pamuk şeker aldığımda çocuklar gibi sevineceğini, 
Ve sadece seninleyken böyle mutlu olacağını. 
Bilseydim. 
Bitmezdi belki…


0 yorum
Harflerin acizliğiydi işte 
yirmi altısını reddettim, üçü yetti 
ben ‘aşk’ dedim, sen 'git’.. 
Neyse 
ikimizde bildiğimiz en iyi şeyi yaptık neticede 
ben sev'dim, sende git'tin…


4 yorum
Sayın bakın kalbinizde kaç kıskançlık var? 
O, bu ya da belki şu… 
Senin buyun var onun şusu var. 
Herkeste var ama sizde yok. 
Sizde kıskançlık var. 
Ama sizde var olan onda ya da bunda yok… 
Var yoğa karışmış ama haberiniz yok. 
Elma sandıklarını bilir misiniz? 
Hani şu tezgahlara koyulan tahtadan, 
hafif sarımtırak, saman renginde… 
Hani şu içinde mis kokulu elmalar, 
bal tadında meyveler taşıyan sandıklar. 
Bence hatırladınız… 
İşte o sandıkların çentikleri olur. 
Tahtanın özelliğidir bu. 
Dikkat etmezseniz o çentikler batar elinize, 
canınızı yakar. 
Bazen elmayı avuçlarsınız ve elinize batan kana bular elmayı. 
Eliniz kanar, 
elmanız kana bulaşır. 
Tadınız kaçar, 
canınız yanmaya devam ederken. 
Kıskançlıkta kalbin çentiğidir. 
Her kıskançlıkta bir çentik atılır. 
Ve hep canınız yanar. 
Bir gün öyle bir an gelir ki 
eliniz kanamadan kalbinizi tutabileceğiniz yeriniz kalmaz. 
Kalbinize tutunamazsınız. 
Kalbinize tutunamazlar. 
O çentikler size tutunmak isteyenlerin de eline batacaktır. 
İncitecektir. 
Ne kadar sevseniz de, sevseler de tutunamayacaksınızdır, 
tutunamayacaklardır… 
Simdi sayın bakalım. 
Kalbinizde kaç çentiğiniz var?


31 Temmuz 2015 Cuma 0 yorum
Zarlar senin elindeydi.
Yumruğunu zarları incitmemeye çalışarak sıkmıştın.
Karşında her zamanki masum,
çocuksu ve aval bakışımla ağzı açık durmuş
onları atmanı ve zarın göstereceği sayının
hayatımı belirlemesini bekliyordum.
Zarları yere bıraktın.
Zıplayarak yuvarlandılar ve kapının eşiğine çarparak durdular.
İkisi de tek gelmişti.
Şimdi papatyanın yapraklarını koparmaya
hangisinden başlayacağını sen belirleyecektin
ve nereden başlarsan onunla bitecekti.

Olmadı.
Eğilip yerden bir papatya kopardın.
Bu bendim.
Seviyor ile başladın.
Yere eğilip zarlardan birini çifte çevirdin.
Bu hileydi: dayanamazdım.

Cebimden kapının anahtarını çıkarıp kırdım.
Telefon kablolarını kestim.
Postacıyı öldürdüm.

Kesitler gerekiyor demiştim de o zaman yalan söylediğinin farkına vardım.
Kapıların kilitlerini değiştirdim.
Mavi anahtarı kullanmalıydın.
Şimdi dışarıda kaldın.
Suçlu gerekiyorsa ‘ben’ olurum.
Yitişler içerisinde konuşmayı unutmuşum.
Yeni sözcükler,
yeni kavramları getirdi.
Anlamsızlaşan diyalogların hepsi anlam kazanıyor,
birer monologa dönüştüğünde.
Kendi kendime konuşma alışkanlığımı senden almıştım,
iyi ki birini yabancılaştırmıyorum henüz.
Ama şunu da fark ettim ki sende bir şey bırakmamışım kendimden.
Derinliğini kestiremiyorsun unutulmuş umutların.
Aynı gülümseme var yüzünde, rengi bile hep aynı.

Mavi anahtarı kullan demiştim.
Kapıyı açmak için iki kişinin çabası gerekir.
Karşıtlığın olmadığı yerleri de söylemiştim.
Sürekliliği ben taşıyamam artık.

Postacının cesedini posta kutumda bulmalıydın.
Oysa ben mektup yazabilmek isterdim.
Ne yazık ki...

Bir turuncu kurşun kalemim bile yok.

"Hepimiz bir bataklıkta yaşıyoruz, ama bazılarımız yıldızlara bakıyor."
                                                                                                                   - Oscar Wilde 


0 yorum
Bilsen senin gibi 
ben de ne kadar çok değiştim… 

Hiç o eski hafif 
ve sahte çocuk değilim… 

Artık insanların 
ve eşyanın kaplama yaldızı 
beni aldatmıyor...



17 Temmuz 2015 Cuma 0 yorum
Büyüklerin ellerinden,
küçüklerin gözlerinden,
Suriye'nin toprağından,
Bosna'nın bayrağından,
Ebu Zer'in yalnızlığından,
Bilal-i Habeşi'nin ilk ezanından,
Tarık bin Ziyad'ın kılıcından,
Filistin'li Cafer'in haykırışından,
Gazze'nin gözyaşından öpüyoruz…

iyi bayramlar meleklerin şehri Gazze
iyi bayramlar utancımız, açlığımız Afrika
iyi bayramlar Ömer Muhtar'ın soylu çocucukları
iyi bayramlar acının ölümün baş kenti Hama
iyi bayramlar recep onbaşı Salih uzman er Mehmet
iyi bayramlar kırılganlıklar, üzüntüler
iyi bayramlar ey HÜZÜN…


14 Temmuz 2015 Salı 0 yorum
Durakta üç kisi 
Adam kadin ve çocuk 

Adamin elleri ceplerinde 
Kadin çocugun elini tutmus 

Adam hüzünlü 
Hüzünlü sarkilar gibi hüzünlü 

Kadin güzel 
Güzel anilar gibi güzel 

Çocuk 
Güzel anilar gibi hüzünlü 
Hüzünlü sarkilar gibi güzel

Cemak Süreya


0 yorum

herkesin ufku ermez 
bizim yakınlığımıza 
uzaklığımıza da 
ne diyeyim 
bana harcadığın, harcayacağın 
iyi zamanın çok olsun… 

Oktay Rıfat
28 Haziran 2015 Pazar 0 yorum
Ey Aşkı ile rüsva olduğum !
Ben ben oldukça,
Sen başkasın, ben başkayım.
Eğer talep hakikî olursa taliple matlup birdir.

MAÂRİF-İ HAZRET-İ Sultan Veled (KS.)
( Beyit ) Fasıl 3
26 Haziran 2015 Cuma 0 yorum

Bir başka kışa kadar...

O gidecek ve sen bakacaksın. 
Kimse olmayacak yanında, 
acını yalnız yaşayacaksın. 
Aşkı tek kişilik yaşamanın mevsimidir şimdi. 
Bahar da olsa yaz da, kış hüküm sürecektir sende. 
Buz tutacaksın… 
Herkesin buram buram terlediği güneşli bir günde 
Üşümenin ne demek olduğunu öğreneceksin.

Tüm renkler, 
dönüş tarihinin belli olmadığı bir yolculuğa çıkmıştır. 
Baktığın her şey ya gri. 
Ya siyahtır. 
Hayata dair hiçbir şey ilgi alanına girmez. 
Öylece bir köşede, sessizce, gözyaşlarını içine akıta akıta oturup durursun. 
Ne dostlarını görmek istersin, 
ne de söylenecek bir tek sözü bile duymayı. 
“Neden ben? ” diye bin kere soracaksın kendine. 
“Hak etmedim bunu ” diye hayıflanacaksın. 
Merak etme, her terk edilen hak etmediğini düşünmüştür. 
Hiçbir farkın yok onlardan; 
ama, sen, terk edildiğini de kabul etmiyorsundur. 
” Neden gitti? “sorusu gelecek ardından. 
Bulduğun yanıtları beğenmeyip gidişine bir başka bahane arayacaksın. 
Hiçbir bahane gerçek nedeni anlatmayacak. 
Çünkü aslında başından beri gördüğün; 
ama, bir türlü kabullenemediğin o gerçeği bir kez dile getirirsen, 
zaten buz tutmuş bedenin, parça parça dağılacak. 
Bunu bildiğin için bahanelerin arkasına saklanacaksın.

Sevmemiştir seni. 
Sevmişse de, senin onu sevdiğin kadar sevmemiştir. 
Suçlayabilir misin onu? 
Sen sevdin diye sevmeli miydi seni? 
Şart mı bu? 
Değil elbette; 
ama, gel de bunu yüreğine anlat. 
Anlatamayacaksın. 
Yürek bunu kabul etmez çünkü. 
Sen “Seni benim kadar kimse sevemez” diye sayıklarken 
ya da “Benim kıymetimi bilemedin” diye suçlarken onu, 
o, senin ne halde olduğunu bilmeden, 
bilse bile umursamadan, 
” Her seçim bir vazgeçiştir ve her seçim bir başlangıçtır ” 
sözünü kanıtlarcasına yeni bir menzile doğru yol almaya başlamıştır bile.

Senin seçiminse kışı yaşamaktır, 
o zaman yaşayacaksın. 
Hiçbir kış, yaşanmadan bitmez. 
Kışı atlayıp bahara, ondan sonra da yaza ulaşamazsın. 
Birçok kez donarak öleceğini düşünerek, 
gözyaşların buz kristallerine dönüşerek, 
soğuğun verdiği acıdan nefesin kesilerek, 
ılık bir rüzgarı sarı sıcak güneşi düşleyerek dibine kadar, 
titreye titreye yaşayacaksın. 
Sonra bir gün pencereden güneşin girdiğini, 
yanaklarında donan gözyaşlarının eridiğini, 
içindeki titremenin hafiflediğini, 
renklerin gittikleri yerden döndüğünü, 
susturduğun tüm dostlarının yeniden konuşmaya başladığını göreceksin. 
Bir gülümseme yayılacak yüzüne, 
oturduğun o köşeden kalkacaksın ve baharın kokusunu içine çeke çeke, 
güneşin ve sıcağın keyfini çıkaracaksın… 

Bir başka kışa kadar…


0 yorum
Burada mısın Hafız? 
sabah olmak üzere. 
Yatakta bir kedi gibi kıvrılmış 
penceremden dışarıya bakıyorum. 
Gördüklerim gökyüzüne uzanan ağaçlar, 
pembeleşmiş bulutlar, 
çatılarda dolanan güvercinlerden öte… 
doğruluyorum hafifçe, 
uzanıp çakmağıma bir sigara yakıyorum. 
daha dikkatli bakmaya başlıyorum gördüklerime. 
eğer kalbimdeki gökkuşağı 
hissettiklerimi yansıtabilseydi gözlerime, 
rengarenk olurdu bakışlarım. 
tüm karanlığın kafasını karıştırabilir, 
tüm ışıkları şaşırtıp kıskandırabilir bence. 
Yaşamayı seviyorum Hafız. 
Nefes almayı ve vücuduma dokunduğumda 
tüylerimin ürpertisini yavaşça hissetmeyi seviyorum Hafız. 
bir kıza aşık olabileceğimi 
bir çocuk sahibi olabilme ihtimalini seviyorum. 


25 Haziran 2015 Perşembe 0 yorum
Bir süre sonra 
Bir eli tutmakla bir ruhu zincirlemek arasındaki 
İnce farkı öğrenirsin. 
Ve aşkın yaşlanmak 
Birlikte olmanın da güvende olmak 
Anlamına gelmediğini öğrenirsin. 
Ve öpücüklerin sözleşme 
Ve hediyelerin de vaad olmadığını öğrenmeye 
Başlarsın 
Ve yenilgileri 
Başın dik ve gözlerin açık karşılamaya başlarsın 
bir çocuğun üzüntüsüyle değil, bir yetişkinin 
zarafeti ile, 
ve her şeyi bugünü düşünerek yapmayı da öğrenirsin 
çünkü yarın ile ilgili her şey belirsizdir. 
Bir süre sonra güneş ışığının yakıcı olduğunu 
Öğrenirsin 
Eğer fazla maruz kalırsan 
Bu yüzden, 
Başka birisinin sana çiçek getirmesini beklemeden 
Kendi bahçeni yarat Ve kendi ruhunu kendin süsle. 
Ve göreceksin ki dayanıklısın… 
Ve kuvvetlisin, 
Ve değerlisin. 

Veronica A Shoffstall 




7 Haziran 2015 Pazar 0 yorum
Bilinmez bir gecenin sabahına günaydın, neden uyandım? 
Nedenini hiç bilemeyeceğim, 
Yaratanın tüm insanlıktan gizlediği bir sır bu. 
Bugün neden uyandım? 
Bugün neden aklımda yine senin adınla uyandım. 
Bugün anlamsız şekilde yüreğime o sızı yine, 
Neden aktı? 
Sınırlarını çizemediğim sevdam, 
Yüreğimin her noktasına tüm kırılganlığım ile dağılmış. 
Akıyor sanki içime, 
İnce bir sızı gibi, 
Sıcacık akıyor bu sevda benim içime. 
Ama bugün neden yine senin adınla uyandım? 
Bugün senin adınla uyanmasam daha iyi uyanır mıydım? 
Muhtemelen hayır, 
Daha çok yakardım o zaman kendimi.. 
Sana karşımda içimde sürekli büyüyen sonra sana doğru atılan, 
Ellerini senin boynuna dolayan bir çocuk var. 
Ama çocuk da benimle birlikte şarkılarda acı çekiyor. 
Şarkılar, 
Senin yokluğun. 
Hepsi senden, 
Senin yokluğundan bilinmedik bir hüzünden bahsediyor. 
Ben böyle anlarda yine soruyorum. 
Nerede,
Kimle, 
Nasıl olduğunu kendime tekrar tekrar soruyorum. 
Ama sessizlik beni korkutuyor. 
Öyle sessizim ki, 
Sanki hiç olmamışsın gibi. 
Ama olduğunu, 
Hep burada olduğunu tam göğsümün üzerindeki şu ağrıdan biliyorum. 
Ağır adımlarla gittiğim suyun altında doyasıya ağlıyorum. 
Akan gözyaşım, 
Akan sudan daha sıcak. 
Gözyaşlarımı ayırt edebiliyorum, 
Tıpkı seni diğer milyarlarca insanın içinden seçebildiğim gibi. 
Sendeki yokluğumla, 
Bende öylesine varsın ki, 
Bunu şuanda bile kanımda hissediyorum. 
İçime işliyorsun. 
İçime işlerken içimi yakıyorsun.


6 Haziran 2015 Cumartesi 0 yorum
Okyanus gibi kokabilir misin kadınım? 
Gece gibi bakıyorsun, 
Gözlerine baktığımda yıldızları görüyorum. 
Okyanus gibi kokabilir misin? 
Sarıldığımda okyanusu kucaklayabilir miyim? 
Yüzünü avuçladığımda gökyüzünü görebilir miyim kadınım? 
Ellerini tuttuğumda fezayı sahiplenebilir, 
Köprücük kemiklerine burnumu sokup her dertten kaçabilir miyim, 
Dolar mı burnuma tuzlu su kokusu? 
Sana sarıldığımda kalbimim boşluklarını doldurabilir misin kadınım? 

Eğer okyanus gibi kokabilirsen adam o zaman güldüğün anda kısılan gözlerin ve yanağında oluşan yıldızlar ile tüm mutluluklarımı birlikte yaşamış olacağım. 

Zira okyanus gibi kokabilirsen adam ben senin yelkenlin, sen benim okyanusum olacaksın...




5 Haziran 2015 Cuma 0 yorum
Kuştur kadın, 
Ve bir gökyüzü vardır her kadının. 

Öyle bir havan olmalı ki adamım, 
Senden göçmediği için, onu dondurmamalısın. 

Bunu bir zamanlar seni gökyüzü ilan etmiş bir kadının, 
Başka bir gökyüzünde kahkaha atışını duyunca anlarsın.


0 yorum

BAY MESELA

Şiir bilmezdi 
Vakitsiz şiirlerin içerisinde yaşayabilecek kadar 
Onur sahibiydi 
Bay mesela... 

Sözleri açık ve net kötüydü derdi tanımayanlar 
Sakalı yoktu.
Bay mesela...

Hissedersin fakat 
Gözlerindeki beyaz Düşünceleri Mütevazice akıtırdı 
Pornosal düşlerimizi eritircesine
Bay mesela... 

Öyle önüne gelen her insana 
Kötü tatdırırdı benliğini 
Mertliğini ekmek arası sandviçlerle ısmarlardı 
Bay mesela... 

Şapka alacak parası yoktu 
Sakınmazdı sıcak şarap kadehlerini 
Bay mesela...

Mesela röpdeşambırg bezinde dostunun cenazesini 
Kurtarırcasına yıkardı
Bay mesela 

Bay mesela ümittir... 
Bay mesela kuştur boynunda yarinin... 
Bay mesela ölüdür kefende yaşayan...
Bay mesela meseledir... 
Bay mesela kalbin meselasıdır...


0 yorum
Hayatı benden farklı olan insanları düşündüğüm zaman rahatlıyorum. Güne nasıl uyandıklarını düşünüyorum mesela. Gün ışığını kimi yatağından, kimi enkaz altından karşılıyor. Kimi bir banktan, kimi tanımadığı bir adamın ya da kadının yatağından karşılıyor olabilir. Belki bazıları pazarda mevsimlik sebze, meyve satıyordur ve akşam sesleri kısılıyordur. Bazı çocuklar tiner kokusundan kafayı bulup bunu artık hissetmiyordur bile belki. Benden başka insanlar da bir şeyler yaşıyorlar. Büyük şeyler yaşıyorlar, küçük şeyler yaşıyorlar, sıradan şeyler yaşıyorlar, iğrenç şeyler yaşıyorlar. Benden başka insanlar var ve bunu bilmek üstümden kocaman bir yük kaldırıyor. Olmayan bir yükü kaldırıyor aslında. Durup düşününce üstümde bir yük bulamıyorum. Yine de hep bir ağırlık var. Ölen insanlar var mesela. İnsanlar hep ölüyorlar. Bir sürü insan ölüyor. Ben de bir sürü insanım. Ben de öleceğim. Bunu düşünmek de beni rahatlatıyor mesela. Bazen biraz çabuk olmasını istesem de bir gün olacağına emin olduğum ve keyifle beklediğim tek şey bu herhalde. Ne boktan bir hayat anlayışım var benim.


1 yorum
merdivenin en alt basamağında kalmak bazen, 
yenilgiyi kabul etmek değil de, 
savaşmayı reddetmek. 
durup dinlenmek için, 
henüz çıktığın yeni bir enkazın altında 
ölmüşken biraz yaşamak 
uğruna dinlemek hayatı, 
dinlenmek kendi dizlerinin dibinde. 

beni bırakın, 
ben tüm basamaklarda kendimi yalnızlaştırarak, 
bir bir o enkazın altında 
kendi halime kalmakla yükümlüyüm. 

çünkü uğraştım, 
ağlamak için hayatı, 
gözlerime de savaş açtım, 
akıtamadıkça. 
nerede ve nasıl biriktiğini bilmeden, 
doldukça volkanlar patladı içime, 
sessiz lavların ardında 
en çok ben yandım. 

ben sustum, 
ağlamayı da, 
konuşmayı da en çok ben sustum. 

ne varsa sakladım çoğu zaman, 
ya da çarptım gerçekleri yüzüne 
ne kadar acıysa 
ve acıttıysa bil ki en çok ben acıdım. 
anlatmak istedim sonra, 
ya benim anlatacak kadar çok kelimem yoktu 
ya da duyulmadım. 
duyuramadım kendimi. 
ama saat erken dediysem mesela, 
-gitme demekti bu -
saat çok erken dedim çoğu defa, 
üzerini açıp kelimelerin bağırmadımsa, 
en çok ben katili oldum o zamanların, 
bir ucundan diğer uca saatlerin içine asılı kaldım. 
kısaca zamanla ben öldüm. 

buna da alıştım, 
en çok kendim hakkında yanılırken 
ve bilerek yaparken tüm hataları, 
saplanırken ellerim göğsüme, 
parçalayıp kalbimi çıkarmasaydım, 
koşup sarılırdım, 
"alışma artık kal biraz" dediğini duyardım. 
sevmeye de gitmek kadar cesaretim olsaydı keşke. 

kırdığım döktüğüm savurduğum kelimelerimle 
bir gün kendim cezalandırılsaydım 
"dur artık kadın, kaçma", diyerek 
beynimde yarattığım tüm senaryoları 
ve önemsemediğim sonları için 
belki bu gece sadece biraz daha mutsuz olmuş olabilirim. 
çünkü sevmek sadece kelimelerimden ibaretmiş artık, 
hiçbir sözün, 
yerinde ellerimi bıraktığım 
kalbime değmediğini gördüğümde anladım.


0 yorum
Her şey daha güzel nasıl olabilirdi? 
Kollarımdayken,
O anın tadını yaşamak yerine başka şeyleri düşünüp 
Güzelliği zehre dönüştürmeseydin… 
Her şeyi o kadar çok düşünmeseydin… 
Seni ağlatacak şeyleri 
Hayatının merkezine koymasaydın mesela. 
Mesela, 
O kadar çok alkol alıp kendini kontrolünden çıkarmasaydın… 
Veya, 
Seni zehirlediğini bile bile geçmişe gömülmeseydin mesela. 
Uzatsaydın ayaklarını, 
Kitap okusaydın onun yerine, 
Kahve yapsaydın kendine… 
Seni mutlu eden sözlerimi, 
Seni kıran sözlerimden daha az düşünmeseydin mesela… 
Seni mutlu eden gözlerimi, 
Seni inciten davranışlarımdan daha çok düşünseydin onun yerine… 
Aynı gökyüzünün altında olmakla bile mutlu olabilseydin 
Ve aynı masada çayını, ekmeğini benimle paylaşmaktan… 
Ben sana hikayeler, şiirler okurken 
Sen gündelik hayatın tasalarına kafa yormasaydın mesela. 
Maddi durumuna, iş meselelerine… 
Mesela, 
Gökyüzü yıldızlarla dolu ışıl ışılken; 
Sen sokak lambalarına sırf daha yakındalar diye 
Daha kolaylar diye aşık olmasaydın… 
Mesela.


30 Mayıs 2015 Cumartesi 0 yorum
Sokağın karanlığında hüznün zehrini yutkunuyorum 
Korkunun coşkusu dışımda 
Dumanın bin türlüsü 
En çok daire olanını seviyorum 
Her bir taşını yolların 
Sertliklerine bakma ki ayağın altını öpüyor onlar 
Ben ilerledikçe dünya siyah bir tarlaya dönüşüyor 
Evler ekiyorum ardımdan derken 
En yıllanmışı köhne gönlüm gibi bitiyor karşımda 
Gözleri kapalı ağzı açık beni bekliyor davetkar bir duruşla 
Gövdesinin yarısı dışarıda kediyi ırgalamıyor 
Girmiyorum içeri 
Bu uğursuz, bu sırdaş bildiğim yolu uzatıyorum 
Tozu dumanı çoğaltıyorum 
Sana anlatacaklarım da var anlatamayacaklarım da
Ama emin değilim bu kelepir evin 
Bu uykulu devin etrafında kaç defa dönmem gerek 
Hesabın içinden çıkamıyorum 
Kedi kadar şanslı değilim 
Dökmeye kalksam içimi sözlerim tükenene dek 
Ellerim üşür karnım acıkır 
O yüzden susuyorum suskunun dilinden anlar mısınız...


0 yorum
Birkaç yağmur damlasının 
o tanrıları bile kıskandıracak kadar güzel olan yüzüne 
temas etiğini hayal ediyorum şimdi de. 
Bir damla, 
Bir damla daha, 
Bir kez daha, 

Ve sen hiç istifini bozmuyorsun. 
Gülümsediğini düşlüyorum yağmura.
İçindeki karanlığı temizlediğini hayal ediyorsun sende,
o yüzden izin veriyorsun yüzüne dokunmalarına.
Temiz damlalar arasından,kirli insanlara bakıyorsun 
ve bir kez daha iğreniyorsun hepsinden.
Bir bank buluyorsun,
yağmur dininceye kadar orada oturuyorsun. 
Bir sigara, 
Bir sigara daha, 
Bir kez daha, 

Ve yağmur diniyor.
Gökyüzüne bakıyorsun,
belli belirsiz bir tebessüm ile. 
Sonra kayboluyorsun karanlıkta. 
Bense oturmuş,
kilometrelerce uzaktan yağmur damlalarına imrenerek seni izliyorum. 
Kahretsin, 
Biten yağmur, 
Biten sigara, 
Karanlıklarda kaybolan sen.



29 Mayıs 2015 Cuma 0 yorum
Bize edep öğrettiler. 
Sevdiğinin gözüne bakmaya utanmayı... 
Ben de onun yüzüne bakmaya utanırdım. 
Keşke yere değil de 
Yüzüne baksaydım biraz. 
Edepsizlik yapsaydım
O güzel yüzüne hasretim şimdi
Ama sesi ise hala kulaklarımda..

22 Mayıs 2015 Cuma 0 yorum
Yüreğin kirlenmesin çocuk 
karanlıkla , 
ay yıkasın ışığıyla 
seni, 
Mutluluk ipinde yürü hayatın,
umursamadan 
korkularını,


0 yorum
Belki de konuşuyordur gözlerin 
Ama ben gözce bilmiyorum ki; 
Sessizce biliyorum 
Usulca biliyorum 
Masumca biliyorum…


0 yorum
Eve hoş bir koku siner diye düşünür, kömür sobasının üzerine mandalina kabukları dizerdi annem. Öncesinde akşam yemeği. Çorba, mercimek ve soğanlı akşam yemeğimizi dizlerimizin üstüne oturur yer sofrasında yerdik. Annem tenbihlerdi, örtüyü dizlerinizin üzerine çekin ki, ekmek kırıntıları dökülmesin. Eh sabahları zeytin peynir ve illaki salçalı ekmek çaylı kahvaltı sonrası pek tabi acıkmış olurduk. Her sabah salam sucuk yiyemedik ondan dolayı salçalı ekmeği sevmiştim. Pazar sabahları sucuklu yumurta, benim için bayram demekti. Gerçi söz dinlerdim. Yer sofralı yemek vakitlerimizde Trt2'de Marianna adında bir Brezilya dizisi oynardı. Annem her bölümünü takip ediyordu. Ben de izlerdim Beto'ya sinir olurdum, Marianna'yı üzüyor bir de annemi ağlatıyor diye. O günler sabah erkenden güç bela anca hazırlanır, önlüğümü giyer okul yolunu tutardım. Annem koca gün temizlik, yemek, bulaşık, bakkal, manav, pazar alışverişi, çamaşırlar, faturalar derken bizden fazla yorulur, ben okuldan geldiğimde tatlı bir tebessümle beni karşılayıp yarım bıraktığı işlerine kaldığı yerden devam ederdi. 
Benim o yıllardaki işim, kendimi sokağa atıp çılgınca yorulmaktı. Yorulup eve döndüğümde, bir leğen içinde annem beni yıkar ve pijamalarımı giydirirdi. Akşam güzel bir film kollardım, erken yatmamak için “hadi nolurrr baba, anne daha uykum yok yaaa” diye diye annemle babamı ikna eder, televizyon karşısına kurulurdum. Kah Geleceğe Dönüş, kah Karate Kid oynardı beyaz camda. Bir geçmişim olmamasına rağmen, zamana yolculuk eden Dolorain'e atlayıp yolculuk yapmanın hayalini kurardım. Bazen akşamki filmden gördüğüm karate hareketlerini sokaktaki arkadaşlarımın üzerinde denerdim. 
Kitapları da çok severdim. Kimi zaman Don Kişot olur, yel değirmenleriyle savaşırdım, kimi zaman Küçük Prens'tim, kimi günler Şeker Portakalı'ndan Zeze. Bazı zamanlar, Tom Sawyer, Oliver Twist. Çizgi romanlara da meraklıydım. Ten-ten, Red Kit, Zagor en çok sevdiklerimdi. Çizgi film saatim kimse bana dokunmazdı. Sırasıyla Voltron, He-Man, Şirinler ve Huckleberry Finn'i izlerdim. 
Derslerime hiç çalışmadan bütün yazılılardan iyi notlar alır ve yaz tatili için mutlaka bisiklet isterdim anne ve babamdan. Onlar tamam alırız gibisinden bir takım kelimeleri ağızlarında yuvarlarlar ancak yaz geldiğinde nedense bisikletim hiç olmazdı. Hiçbir zaman da olmadı. Rivayet, ana caddede ben yaşlarında bir kız çocuğunu bisikletiyle dozer ezmiş ve bu yüzden almamışlar. 
Misafirlerimiz çok olurdu ve çok sık bizi ziyaret ederlerdi. Temiz kıyafetler giydirirdi annem bana, konuklar gelmeden önce, evde et pişer, pilavı, salatası, tatlısı, kolası ziyafet hazırlanırdı. Ben en çok misafirlerin geldiği akşamlar doyardım. Bazı günler, anneme bu akşam misafir gelecek mi diye sorduğum olmuştur. 
Sokakta koşarken düştüğümde anneeeee diye ağlar, benden bir kaç yaş büyük çocuklar yolda önümü kesip beni dövdüklerinde dayağı yer, annne diye feryat eder ve çocuklara sizi anneme şikayet edicem diyerek meydan okurdum, yediğim dayağın üstüne. Okul başka bir dünyaydı, ama hayat sokaklardı. Okul ertesi akşama kadar sokaktan içeri girmezdim ve illaki sürekli yara bere içinde eve dönerdim. Yaz ayları yara berelerimi babam görürse kızar diye ve saklamam için annem şort giymeme müsaade etmez, pijamalarımı giydirirdi, sinir olurdum. 
Günler çok kısa, geceler çok uzundu o yıllar. Abim ile çatıda güvercin uçurur, sokağın sonundaki toprak sahada sokaktan arkadaşlarımla arka sokağın çocuklarıyla akşama dek koştururduk. Pazar sabahları kovboy filmleri izlerdik babamla. Annemle salı günleri okul çıkışımdan sonra pazara gider ve elime taşımam için sebze dolu bir poşet verdiğinde, kendimi gururlu hissederdim, yardımcı oluyorum ev işine diye. İlkokul zamanları okumayı ilk ben sökmüş, kırmızı kurdele aldığım gün, babam keyifle aferin akıllı oğlum diyerek o akşam rakı almıştı. Babam keyifle rakı kadehinden yudumlanırken ben yanında elma mandalinalı kokteyl tabağına uzanıyor, en çok elma dilimlerini sevdiğim için, elmalara abanıyordum.  
Haziran ayıydı hiç unutmuyorum, kaldırımda yürürken önümdeki elektrik direğine bodoslama çarpmış ve başımı yarmıştım. Başım yarıldığı gün, annem bayılmıştı. Kanlar kafamdan şakaklarıma oradan yanaklarıma süzülürken gördüğünde beni. Doktora gittik, kafama dikiş 7-8 dikiş atıldı. Beyaz bir kurdele kafamda doktordan çıktık. Dikişler alınana kadar okula gitmemiştim. 
Hayatı, hiç bitmeyecek sandığım günlerdi o günler. Kaybolan yıllar. Çok sonra Sezen Aksu'yu keşfettim ilk gençliğimdi sanırım.. Bir şarkısında diyordu ki; 
"Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler, 
şimdi bana yeniden bir ömür vadetseler, 
tek bir söz söylemeye bile hakkım yok.” 
Hakkım yoktu, zira çocukluk denilen o rüya ile masal arası vakitler çoktan, bitmişti. Bir daha hiçbir zaman geri dönmeyecek olan günlerdi hafızamda. 


0 yorum
Çocukken içim sıkıldığında gözlerimi kapatır,
kuşlarla uçtuğumu düşünürdüm. 
Bulutlarda süzülüp,
kanat çırptıkça giderdi o korkum, 
sıkıntım çocuk aklımdan. 

Kuşlar diyorum, ne güzel varlıklar… 

“Bir çocuk demiş..”


20 Mayıs 2015 Çarşamba 0 yorum
güzel yurtlarımız vardı… 
ve güzel kanatlı atlarımız… 
güzel şarkılarımız vardı… 
ve sonsuz düşlerimiz...


0 yorum
Bu gün yirmibir mayıs
Gemiler geçiyor gözlerimden
O gemiler ki halkımı sürgüne taşıyor.
O gemiler ki rıhtımlara yanaşıyor,
Tıka basa insan,tepeleme can yükleyerek
Bir azgın denizi aşıyor.

Bu gün yirmibir mayıs
Gemiler geçiyor gözlerimden
O gemiler ki güvertelerinde çocuklar üşüyor.
O gemiler ki ölüme açılmış yelkenleri
Can çekildiğinde bedenden
Denize atıyorlar ölenleri.

Bu gün yirmibir mayıs.
Geleceğimden sürüldüğüm,
Gurbete düşürüldüğüm gün bu gün.
Esarete ilk adımı atışım,
Son günüdür yurdumu görüşümün.
Bu gün yirmibir mayıs.
İki kıyıyı ve ortasındaki denizi mezar eylediğim gün.

Bu gün,
Yüz ellinci yılıdır sürülmüşlüğümün.
Bu gün yirmibir mayıs.
Karadeniz kıyısında bir çocuğum.
Cesetlerle dolu her yer,
Sağlar,ölülerden beter…
Annemi arıyorum yarı canlı bedenler arasında.
Kim bilir belki denizin dibinde şu an
Belki gidenler arasında.

Bu gün yirmi bir mayıs
Gemiler geçiyor gözlerimden.
Ve ben sana sesleniyorum.
Tut elimi vatan!
Sürgün evladınım ben senin.
Çocuğunun çocuğuyum belki de, yüz elli önce sürülenin.

Bu gün yirmi bir mayıs
Gemiler geçiyor gözlerimden
Her yıl bu kıyılara gelir, bu gemilere bakarım ben.
İki damla göz yaşına dönüşür tüm varlığım
Sessizce Karadeniz'e akarım ben.


0 yorum

21 MAYIS 1864

21 MAYIS 1864 BÜYÜK ÇERKES SÜRGÜN VE SOYKIRIMI… 
SOYKIRIMI, YAPANLAR VE TANIKLAR ANLATSIN 

Bakın hangi sözlerle anlatmışlar…

Rus General Tsitsianov(1804): “Kanım kazandaymış gibi kaynıyor, asilerin kanıyla Kafkasya topraklarını sulamak arzusuyla bütün organlarım sarsılıyor…”

Grandük Michael (1864): “Dağlı Çerkeslerin en az yarısını yok etmek zorundaydık.”

Prens Baryatinski (Çar Naibi): “Karadeniz’in kıyılarını bir Rus denizi ve toprağı hâline getirmek için dağlıları kıyıdan temizlemeliydik.”

General Yermolov: “Asker olsun sivil olsun, öldürülen her Rus için suçlu olup olmadıklarına bakılmaksızın 20 Kafkasyalı öldürülecektir.”

Rus Tarihçi Sulujiyen: “Kanlı savaşta çoğu anneler bize vermemek için kendi çocuklarını öldürüyorlardı…”

Rus Araştırmacı A.P.Berje: “Genç bir Çerkes kadını, henüz defnedilmemiş toprağın üzerinde upuzun yatıyor. Yanında iki küçük yavrusu var. Bu iki yavrudan biri son nefesini vermek üzere ecelle pençeleşiyor. Öteki de soğuyup katılaşmış annesinin memelerinden açlığını gidermenin bir yolunu aramaya çalışıyor.”

Dekabrist (Rus Devrımci) Lorer: “Dağdaki karargâhta General Grigory Zass’ın davetlisiydik. Yakında özel olarak yapılmış küçük bir tepenin üzerine, mızraklara geçirilmiş, sakalları rüzgârda uçuşan Çerkes kafaları dizmişti. Bu iğrenç tabloyu seyretmek üzüntü vericiydi… Zass, davetlisi bir hanımın ricası üzerine düşman kafalarını kaldırmayı kabul etti. ‘Onları neden burada tutuyorsunuz?’ diye sordum. Bana, kaynatıp temizlettiğini ve anatomi çalışmaları için Berlin’deki profesör dostlarına gönderdiğini açıkladı.”

Harb ve Sulh romanının yazarı Kont Lev Tolstoy: “Gece karanlığının örtüsü altında Rus askerlerinin, ikişer üçer evlere girmesini izleyen dehşet sahneleri öylesineydi ki, bunları hiçbir rapor görevlisi aktarmaya cesaret edemezdi…”

Prens Mihail'in Yevdokimov'a mektubu (1863): “Ümit ediyorum ki yakında bütün Batı Kafkasya'yı imparatorun ayakları dibine sereceğiz.”

Fransız Gazeteci A. Fonvill: “600 kişiyle çıkan gemilerden ancak 300’ü sağ çıkabiliyordu.”


11 Mayıs 2015 Pazartesi 0 yorum
Sonbaharın gölgesi gibi
Silik...
Nurullah Ataç'ın cümleleri gibi
Devrik...
Tek başına duran ağaç gibi
Yalnız...
                                         

0 yorum
Hiç bir söz gidişin “Kalamam demek” 
Kadar vurmamıştı beni 

Ve
 Titretmemişti, hiç bir ses 
“Acılarımı harabeler sardı” deyişin kadar…


0 yorum
masallar köy çocukları içindir. 
anneleri masal anlatmaz çünkü. 
kapı önlerinde koca kazanlarla yemek pişirirler. 
karın doyurma pahasına geçer ömürleri. 
hem sütü laktozsuz içsen ne içmesen ne? 
sütten kesilen bir çocuk değilsin ya. 
bazen bir bilet hayatını altüst eder. 
yalnızlığım bir bilet parasıydı zaten. 
sonra da diyorlar içine konuşuyorsun. 
yok ya diyorum. 
o kadar kolay değil. 
hem siz yoktunuz ki. 
bugün aynı masada oturuyor olmamız 
yarın da burada olacağınız anlamına gelmez. 
sevgilinin yakın arkadaşının sevgilisi yakın arkadaşınsa 
bu devrik cümlede arkadaşlığımıza ağlıyorum. 
erciyes'den atmak bir arkadaşı, 
yakışık alır bir şey olmasaydı yapmazdın sanıyorum hâlâ. 
suçlamıyorum. 
bir an anlayacak gibi bakman anlamış gibi göstermez seni zaten. 
hem anlaşılmak ikiye ayrılır. 
yanlış anlaşılmak ve hiç anlaşıl(ma)mak. 
ikincisi daha münasiptir. 
hem elin adamını rüyanda görsen ne görmesen ne? 
bunun faturası çalışmadığın yazılılara kesilecek ne de olsa. 
hafta sonu okul için ne yaptın desen beş vakit namazımdaydım derim. 
ayrıca. 
bir kez sofradan kalktım. 
iki kez gönül kırdım. 
sekiz kez ocağı yaktım. 
yere yattım. 
annem kızdı. 
babama baktım. 
yemeğe tuz atmadım.
hem ben iki buçuk ay tuz kullanmayarak bir deney yaptım. 
ama göz yaşlarımdaki tuzu bugün tattım. 
tuzu bırakarak göz yaşındaki tuz oranını azaltmak epey işsizlikti anlaşılan. 
ellerimi üst rafa kadar uzattım. 
yine bir atak. 
iyice afalladım. 
gecikince namaz, 
kaderime patladım. 
kızın biri cümleleyerek öldürüyordu kendini. 
ben de kendime bir iş bulmalıydım. 
bir çocuk uzaya zıplıyordu. 
neyse ki yer çekimi hâlâ yerindeydi. 
hadi hayırlısı gibi. 
demeye çalıştığım şey şu. 
biletimi artık kendim dolduruyorsam 
artık babama nazım geçmiyor demektir. 
ama yaşım daha on yedi. 
bitmedi. 
bitmedi. 
hiçbir şey bitmedi. 
vakit ikindi. 
bekledim. 
bekledim. 
yalnızca kerahat girdi.


0 yorum
Fesleğenleri geç…
Papatyaların yolunu izle.
Papatya yolunun sonunda küçücük bir kulübe göreceksin.
Dışarıda iki tane sandalye…
Hani şu Amerikan filmlerindeki sallanan sandalyelerden…
Pencerelerde yine fesleğen ve kırmızı laleler…
Kapısı açıktır her zaman.
Buralarda hırsız olmaz.
Çünkü kimsenin fazladan fesleğen ve papatyaya ihtiyacı yoktur.
Gir gir…
İçeride halım yok ama kaynayan bir çaydanlığım var.
Merak etme ben alt üst ettim,
bırak demlensin o.
Sen önündeki merdivenleri çıkmaya bak.
Gıcırdarlar biraz.
Anıları çoktur çünkü.
Konuşur bir ağaç parçası ölse bile,
bilirsin.
Merdivenlerin solunda bir kapı var.
Gördüğün gibi o da açık.
Sana hep açık…
Gir odaya çekinme.
Güneş odaya giriyordur şimdilerde, tül perdelerden süzülüp.
Oda aydınlıktır,
yatağım düzgün ve temiz.
Üstünde de pembe bir çiçek olması lazım.
Sen gelene kadar solmamıştır.
Öyle tembihledim…
İyi anlaşırım çiçeklerle;
insanlardan daha çok, bilirsin.
O kadar yoldan geldin.
Yorulmuşsundur.
Uzan sen.
Ben çayları doldurup geliyorum.
Ben gelene kadar çiçek kokuları tatlı bir uykuya daldırırsa seni,
çayları içip seni izlerim.
Ciğerlerimde papatya ve fesleğen kokusu gözlerimde sen.
Daha ne isterim ki ben!


0 yorum
İnsanlar vardır; 
Gelip geçerler hayatlarımızdan … 
Kimi depremlerle gider, kimi fırtınalarla… 
Ben kalanlardan yanayım… 
Gitmeyenlerin sadakatini ve sabrını severim, 
Sarılıp bırakmayanların sıcaklığını… 

Şems-i Tebrizi






0 yorum
İnsana en çok şiir yakışıyor, 
sonra yeryüzüne yağmur, 
Gökyüzüne mavi…


0 yorum
Yürekleri daracık bazılarının...
Ne sevgi sığıyor içine, 
Ne de insanlık..!
Gündemde eksik olmayan, 
Tüm olumsuzluklara karşı...
-Ne güzel insan olabilmek, 
Naif olabilmek, 
İnsan kalabilmek..!
Vefayı gördünüz değil mi?



4 Mayıs 2015 Pazartesi 0 yorum
Haydi her şeyi anlat bana
Tüm hayat hikayeni
Korkularını
Endişelerini
Sahip olduğun ilk oyuncağı
Çocukluk anılarını
On yıl sonra kendini nerede gördüğünü
En sevdiğin rengi söyle
Sırlarını
Neye inandığını
Neye inanmadığını
En sevdiğin restoranı
Anlat hadi bana
Başkalarına anlatmaktan korktuğun
Yargılanmaktan çekindiğin
Her şeyi anlat
Dinliyorum seni
Her zaman da dinleyeceğim
Yalnız olmadığını ve
Hiçbir zaman da olmayacağını bil...



0 yorum
Adam sordu yüreğini paramparça yapan kadına: 
Ya umut? 
Kadın adama baktı.
Çantasından sigarasını çıkartıp, çakmağıyla yaktı.
Bir kaç duman çektikden sonra ekledi:
"Ezberim de olmayan bir şiirdiniz siz bayım. 
Ben sizi unutalı çok oldu..." diyerek 
adamı kendi cehennemine terk etti.


0 yorum

Küçük Prens

Büyükler sayılardan hoşlanır. 
Onlara yeni bir dostunuzdan söz açtınız mı, hiçbir zaman size önemli şeyler sormazlar. 
Hiçbir zaman: ” Sesi nasıl? Hangi oyunu sever? Kelebek toplar mı?” diye sormazlar. 
“Kaç yaşındadır? Kaç kardeşi var? Kaç kilodur? Babası kaç para kazanır?” diye sorarlar. 
Ancak o zaman tanıdıklarını sanırlar onu. 
Büyüklere: “Pembe kiremitten bir ev gördüm, pencerelerinden sardunyalar, damında güvercinler vardı” derseniz, o evi bir türlü gözlerinin önüne getiremezler. 
Onlara: “Yüz bin franklık bir ev gördüm” demeniz gerek. 
O zaman: “Aman ne güzel!” diye bağırırlar.


 
; Sayfa Başına Dön